28 Şubat, 1997'de Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller koalisyon hükümetinin silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlanmasıyla başlamıştı. Hükümeti istifaya zorlamaları ve bunu silah gücü kullanmadan tarihe geçirmeleri 28 şubat darbesinin '' post modern darbe '' olarak anılmasına neden olmuştur. Bu darbeyi diğer darbelerden ayıran bir özelliği de silahlı kuvvetlerin hükümete doğrudan değil medya üzerinden kendi deyimleriyle '' balans ayarı '' vermeleridir. 28 Şubat'ta Türkiye milyarlarca dolar zarara uğratıldı.
Bankalar boşaltıldı. Gayrı safi milli hasılanın üçte biri yok edildi. Dönemin bir paşası '28 Şubat bin yıl sürecek' demişti. Gerçek manada bin yıl sürmese de ülkede kanayan yaralar hala var.Türk siyasi tarihi ve toplum üzerinde onarılmaz izler bırakan bu darbenin 24. yıldönümünde sürecin mağdurları o günleri anlattı.
'' MEZUNİYET YILLIKLARINDA ADIM OLSUN İSTERDİM '' Canan ÇAMURLU: İnönü Üniversitesi Resim İş Öğretmenliği bölümüne birincilikle girdim. 28 Şubat'ta son sınıf öğrencisiydim. Başörtülü olduğumuz için üniversite otobüsüne bile alınmıyorduk. Çoğu kez bir şekilde sınıfa girdiğimiz zamanlarda yoklamada ismimizin karşısına bir işaret atılırdı. Ve bizi görmezden gelinir söz hakkı bile verilmezdi. İsmimizin karşısında üç işaret olursa okuldan uzaklaştırma alırdık.
Sınıfta başörtülü yedi öğrenciydik. İkna odalarına çağırıldık. İkna odalarına girmeden önce hepimiz kararlıydık. Bölüm hocamız ve bir hocamız daha hangi yönden yaklaştıysa da kabul etmeden o gün okuldan ayrıldık. Ertesi gün okula geldiğimizde bu yedi arkadaşımızdan fetö bağlantılı olduğunu bildiğimiz iki kişi başörtülerini açmışlardı. GÖRÜNCE TANIYAMADIM. En üzüldüğüm olaylardan biri de bu olaydı.
Onların böyle davranması idarenin üstümüzdeki baskınsını arttırdı. Destek görmediğimiz gibi onlar yüzünden hocalarımız '' Siz müslümansınız onlar değil mi? Onlar açabiliyorsa siz niye açmıyorsunuz.'' diyerek başörtümüzü siyasi bir amaç için taktığımızı ileri sürüp bizim üzerimize daha da gelmeye başladılar.Oysa biz sadece Allah ın emrini yerine getiriyorduk.Hiç kimseye de bir zararımız yoktu.
Yağmurlu bir günde tekrar okul kapısında içeri alınmayı bekliyorduk. O kapıda kaç saat bekledik ıslandık bilmiyorum. Bizi o halde görmelerine rağmen içeri almadılar.İnsan değil bir kedi yavrusunu bile o durumda bırakmaya kimsenin vicdanı el vermezken okulumuza alınmadık, ıslanmış bir şekilde evlerimize geri dönmek zorunda kaldık. Bize kimse acımadı. Yine okula girmeye çalıştığımız bir gün toplanıp otobüslerle karakollara götürülecektik. Olaylar sırasında bir arkadaşım fenalaşıp kucağımda bayıldı. Ne kadar yardım istesem de ne yardım ettiler ne de kimsenin yardım etmesine izin verdiler. Hastaneye bir şekilde gittik odanın kapısına bir asker diktiler ve bizimle basının görüşmesini engellediler. Normalde o askerler Anadolu çocuklarıydı ama sanki başka ülkenin askeri gibi davranıyorlardı bize. Yıllarca kabuslarımda askerler vardı. 20'li yaşlarında gençlerdik böyle travmalara maruz kaldık. Biz terörist ya da katil değildik. Sadece okuluna başörtüsüyle girmeye çalışan öğrencilerdik.
En çok üzüldüğüm konulardan biri de Boğaziçi olaylarında konuşan başörtülü öğrencinin '' ben 28 şubata hakim değilim .bilmiyorum'' demesiydi. Biz o kadar sıkıntıyı gelecek nesiller rahat etsin diye çektik. Bizim mücadelemiz olmasaydı o öğrenci başörtüsüyle üniversiteye alınmayacaktı belki de. Bu kadar özgür bir şekilde de konuşamayacaktı.
Yıllar sonra devletimizin bize sağladığı imkanla üniversiteye geri döndüm. Zamanında aynı sınıfta olduğum kişiler üniversitede hoca olmuştu. Bitirme derslerimi onlardan aldım.Bu mağduriyetin telafisi olamaz. Yine KPSS ye ilk girdiğim okulda sınıf arkadaşım gözetmendi.Bizim elimizden bir diploma değil bir hayat alındı. Okulu bir şekilde bitirdik ama içimizde çok şey kaldı. Mesela ben MEZUNİYET YILLIKLARINDA ADIM OLSUN isterdim.
Benim babam jandarmada personeldi. Ben ve kız kardeşim başörtülüyüz diye babam emekliliğe zorlandı. Annem bu yüzden tansiyon hastası oldu.Yıllarca evimizde dini kitap bulunduramadık.Kütüphanelerimizi bodrum katlarına toprağa saklardık çoğu kez. Bir çok kişi dini kitapları yakmak zorunda kaldı. Kurtuluş savaşı zamanında kurulan istiklal mahkemelerinin devamı gibiydi. 28 şubat bizden çok şey aldı... O üretken canan yok artık...
Biz cumhurbaşkanımızla milletvekillerimizle konuştuk durumumuzu anlattık. Ama sürekli unutulduk. Şuan devletimizden tek beklentimiz haklarımızın yeniden verilmesi. O dönemde herkes sınavsız öğretmen olurken bizim şimdi kaç sınava girmemiz haksızlık hem de 20 yıl ara vermişken... Dershane öğretmenlerine, ücretli öğretmenlere bir şekilde sınavsız mülakat hakkı tanındı. Toplamda bu durumda 350 kişi olan biz 28 şubat mağdurları sadece bu günlerde hatırlanıp sonra unutuluyoruz. Daha geçen gün 28 şubatın en ön saftaki mağdurlarından zekiye hocamız vefat etti. Medyada siyasiler dahil herkes iyi andı devletimiz çocuklarına sahip çıktı. İtibarımızın iade edilmesi için ölmemiz mi gerekiyor?
28 ŞUBAT SİNSİ BİR DARBEYDİ... Aysel YAŞAR ; Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya bölümünde okuyorken başörtülü olduğum gerekçesiyle derslere alınmadım ve okulu bırakmak zorunda kaldım. O yıllarda Diyarbakır'da olağanüstü hal uygulaması olduğu için biz diğer şehirlerdeki arkadaşlarımız gibi fazla direnemedik.Çünkü kampüste polisler tanklarla bekliyor, bizi gözaltına almak için fırsat kolluyordu.Nitekim bazı arkadaşlarımız tutuklandı.Cezaevlerinde ciddi işkencelere maruz kaldılar zaten okumamıza izin verilmiyor bir de tutuklanmak istemedik öylece bırakmak zorunda kaldık. Direncimizi kıran bir durumda fetöcülerin başörtülerini açıp derslere devam etmesiydi.''Bunlar açabiliyorsa siz kesin siyasi örgütün bir kolusunuz'' diye baskılarını artırdılar.Bu durum bizi çok üzmüştü. Çok şükür kimin siyasi amaçla örtündüğü kimin Allah rızası için örtündüğü sonradan ortaya çıktı. Biz o zamanlarda onların ne olduğunu biliyorduk. Allah için yapılandan kul için vazgeçilmez.
2011 de başörtüsü serbestisiyle okula döndüm. Üç çocuğumla üç yıl okudum. Maddi durumum olmadığı için arkadaşlarımın çocuklarıma bakıcı tutmasıyla okuyabildim. Çok şükür okulu bitirdim.Okulu bitirdikten sonra hükümetten atanma sözü rağmen atamamız yapılmadı. Eşimden ayrı ve 3 çocuğa bakmak zorunda olduğum için iş-kur'dan işe girdim. 9 ay camii de temizlik görevlisi olarak çalıştım.
Hiç işin peşini bırakmadım. ''Bunları okuldan atarsak cahil kalırlar ''diyorlardı belki ama ben kendimi geliştirdim çoğu arkadaşımda öyle...
28 şubat benden çok şey alamadı. Ama onlardan çok şey aldı.O süreç bana dinimi ve başörtümü daha çok sevdirdi. Bizim gibi idealist ve donanımlı hocalardan Türk gençliği mahrum kaldı. Düşmanın sinsi olanından korkmak lazım. Tankla topla geldiği zaman ne yapacağınızı bilirsiniz.Ama 28 şubat darbesi sinsi bir darbeydi.Diğer darbelerden daha tehlikeliydi..Anne ile evladı birbirine düşürdü.Çoğu açılmak zorunda kalan özellikle asker eşleri psikolojik tedavi görmek zorunda kaldı.
28 şubat darbesini deccal'ın sofrasına benzetiyorum.Başını açıp namazını bırakanlar, islami yaşantısından ödün verenler işlerine devam edip okul okuyabilecek ve mevki sahibi olabileceklerdi.Örtüsüne sahip çıkanlar , inancından taviz vermeyenler ise işlerinden , okullarından , mevkilerinden olacak ve hatta daha fazla direnirlerse cezaevlerine konulacaklardı.
28 şubat mağduru kalmadı deniliyor.Lakin , 28 şubat'ta mağdur edilip ataması yapılmayan, işine dönemeyen ve suçsuz yere hapis yatan tek bir insan kalmayana kadar mağduriyetler giderildi diyemeyiz. 100 yıl yaşasam ve hiçbir hakkımı alamasam dahi ,o gün bize bu zulmü reva gören CHP zihniyetini ve başörtümüzün tüm dünya nimetlerinden vazgeçecek kadar kıymetli olduğunu gençlerimize anlatmaya devam edeceğim.
BİR DAHA YAŞANMASIN
İNÖNÜ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya bölümünde okuyordum. Olaylar öncelikle büyük şehirlerde başlamıştı. Bizim şehrimize uğramaz diye düşünüyorduk çünkü Malatya'nın kendine has dindar bir yapısı vardı. Ama kampüs kışlanın yakınındaydı ve rektör emekli bir generaldi. Sırtında silahları olan askerlerin kontrolünde önce derslere sonra fakülteye en sonunda kampüs binasına başörtülü girmemiz engellendi. Başta tek bir yumruktuk. Ama fetö mensupları bu birlikteliği ilk bozanlar oldu. Onların başörtülerini açarak derse girmeleri bizi toplum nezdinde marjinal bir grup yaptı.Ama gerçek niyetlerini 15 temmuzda herkes görmüş oldu.
Her fakültenin önünde askerler bekliyordu.İçeri alınmak için beklediğimiz zaman sert müdahalelerle karşılaşıyorduk. Bölüğün komutanı yumuşak yüzlüyse sert müdahale etmiyordu dağılmamızı bekliyordu. Yok yumuşak yüzlü değilse hadi dağıtın diye emir veriyordu. Dağıtmadan kasıt coplarla girişmekti. Ve çoğu kez korkumuz sırtlarındaki silahları kullanırlar mı? diyeydi.. Hiç unutmam bu dağıtmaların birinde bir askerin sadece önünden geçip bir kenara çekilecektim başıma bir şey gelmesin diye başörtümü tutup öyle bir çekti ki boğulacağım zannettim. Hala o nefes alamama halini hatırlarım. Çoğu kez bu şekilde toplanıp kampüs dışına atılıyorduk.Gözaltına alınanlarımız oluyordu.
Danışman hocam batı çalışma grubu zihniyetinde bir insandı.Benimle görüşmek istedi.Ama üniversiteye girmem için başımı açmam gerekiyordu. Fakültenin her tarafında askerler içeri girmeyelim diye nöbet tutuyorlardı.AMFİleri fakülteye bağlayan bir koridoru tutmayı ihmal etmişler. O yolu kullanarak danışman hocamın odasına başörtülü girmeyi başardım.Kapıyı çalıp içeri girdim. Danışman hocam beni görünce şok geçirdi. Ve sen buraya bu şekilde nasıl girersin dedi.Sanki içeriye zararlı bir madde girmiş gibi davrandı. Bütün koridorlar tutulduğu için nerden girdiğimi sordu. Bende şuradan buradan diye açık açık anlattım.İşin ilginç tarafı laboratuarda deneyler için malzeme eksik olduğunda isterdik gelmesi maksimum bir yılı minimum altı ayı bulurdu. Bu olayın ikinci gününde tekrar aynı koridoru kullanıp danışmanıma gitmek istediğimde o yol demir parmaklıklarla örülmüştü. Ne ara bu kadar hızlı bir şekilde haberleri olmuştu ve çabucak kapatılmıştı. Bu nasıl bir kindi? Nereden besleniyordu?
Uyarı kınama bir hafta uzaklaştırma iki hafta uzaklaştırma derken işi de biliyorlar ileride hukuki haklarımızı talep etmemelim diye devamsızlıktan kalmamız için iki dönem üst üste uzaklaştırma verdiler. O zamanlarda iki dönem gitmeyince okuldan atılıyorduk. Ve geri dönüp hak talep ettiğimiz zaman siz zaten gelmediniz bu yüzden okuldan atıldınız diyorlardı. Halbuki bunu okula geri dönmeyelim diye bilerek ayarlıyorlardı. Böylece okul hayatım orada bitmiş oldu.
Fişlenmemiz için başımızdaki örtü yetiyordu. Başka hiçbir şey yapmasak bile başörtülü olmamız fişlenmemiz için yeterliydi. Bu fişlenme daha çok idari kadrolara ve memurlara yapıldı.Kutsal topraklar gitmek için alacağımız pasaportta başörtülü fotoğraf kullanmak sorun olabiliyordu .Hastanelerde muayene olmak için bile başörtüsünü çıkarmamız isteniyordu.
28 şubat süreci için çok üzgünüm ama devletime kırgın değilim.İade i itibar istiyoruz. Ama her şeyden öte yeni Türkiye'nin bir daha bunu yaşamasını istemiyoruz. Annelerimiz babalarımız böyle direnmiş bir şey elde edememiş diye bir çaresizliği öğretmiş olmayalım. Yıllar sonra sadece üniversiteye dönme hakkı verilmesi mağduriyeti gidermiş gibi gözüküyor.Ancak diploma almakla iş bitmiyor.Çünkü diplomalarımızla mesleğimizi icra edecek ortam ve zaman kalmamıştır.
28 şubat bizden de Türkiye'den de çok şey aldı. Ve 28 şubat Türkiye'nin geleceğine yapılmış bir darbeydi. Mesela yeni Milli Uzay Programı oluşturuldu. Belki bu daha önce olabilirdi. Uzaya gidenler arasında ben de olabilirdim.Gerçek anlamda bir müslümanın bilime kattığı değer çok çok fazladır. Buna tarihimizdeki ibni sina ,buruni ,harezmi gibi bilim insanları en büyük kanıttır. Başörtülü dindar insanları ülkemizin geleceği için bir tehlike olarak görüyorlardı.
Oysa şimdi cumhuriyet tarihinin en büyük atılımlarını dindar ve eşi başörtülü olan bir Cumhurbaşkanı yapıyor. Eğer sebep başörtüsü ya da dindar olmaksa bunu nasıl açıklayacaklar?