Yıl 2018, kendisinin de öğretmen olduğunu söyleyen, eğitim kökenli bir bakan atanmış Millî Eğitim’in başına. Öğrencisi, öğretmeni, velisi herkes bu atamadan memnun. Sayın Bakan görevi devraldığında yaptığı konuşmada, öğretmenler için:
“Onların Temsilcisiyim…” demişti.
“Öğretmen arkadaşlarım benim şahsımda Millî Eğitim Bakanlığının koridorlarında temsil edildiğini asla unutmamalı. Aklımızda, düşüncemizde, gönlümüzde, duygularımızda onların bütün hissiyatını taşıdığımızı tekrar vurgulamak isterim.”
(Üniversite Hocası kimliği de bulunan Sayın Bakan, lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini en iyi bilenlerden birisidir. Göreve gelir gelmez sarf ettiği bu sözlerle taraflı tarafsız herkesin gönlünü kazanmayı başarmış, belki de MEB tarihinde hiçbir bakana nasip olmayacak toplumsal kredi kendisine açılmıştı. Ancak gelinen noktada Bakan Bey’in öğretmene vadettikleri sözden öteye gidememiş, kendisine güven de dip yapmıştır.)
“Eskiden şekeri sadece zenginler yermiş. Bu yüzden bazı insanlar ne kadar zengin olduklarını göstermek için dişlerini çürütürlermiş. Çürütemezlerse de siyaha boyarlarmış. Biz de bugün ne kadar başarılı olduğumuzu göstermek için çocuklarımızı çürütüyoruz.”
(Sayın Bakanım, şimdi de eğitim pastasının çikolatalı, frambuazlı kısımlarını; özel okullarda, özel hocalardan ders alan zengin çocuklarının yemiyor mu? Eğitimde fırsat eşitliğinin Anayasal bir hak olduğu bilinmesine rağmen uzaktan eğitimde gerekli önlemler için oldukça geç kalınmıştır (İnternet altyapısı, tablet ihtiyacı vb.). Yüz yüze eğitim sürecinde bile birçok öğrencinin eğitime erişimde eşit olmadığı, yaşam mücadelesinde eşit olmadığı, sistem çıktısı olarak eşit olmadığı bilinen bir gerçektir. Bu gerçekler uzaktan eğitimle kendisini daha net bir şekilde gösterdi.
Uzaktan eğitim sürecinde özel okul ve etüt merkezlerinin kendi öğrencilerine, yasak olmasına rağmen, gizli gizli yüz yüze eğitim vermesine müsamaha gösterilirken resmî okullarda maddi durumu yetersiz olan çocukların tek şansları olarak kabul edilen destekleme ve yetiştirme kurslarının kapalı olması eğitimde fırsat eşitliği anlayışının neresine sığar?)
“Karnenin sol tarafı talim, sağ tarafı terbiyedir. Sol tarafa yazılacak notlar için kurulan sistemleri, altyapıyı ve bürokrasiyi düşünün. Bir de sağ tarafı öğretmenlerin ne şekilde doldurduğunu düşünün. Sonra da terbiyeli çocuklar yetiştirme konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu...”
(Sayın Bakan, “Hedefimiz şu ki; çocuklarımızı çift kanatlı olarak yetiştirelim, bir kanatta düşünce, duygu, eylem; bir kanatta bilgelik, ahlak, deneyim olsun.” sözlerini hemen hemen her platformda sarf etmektedir. Ancak geldiğimiz aşamada 2020-2021 eğitim-öğretim yılının ilk döneminde öğrenciye verilebilecek ne bir karne ne de bu karnenin sağında solunda yazan talim ve terbiye notları vardır. Birinci dönemde yapılaması gereken sınavlar; yönetmelikte emredildiği gibi yapılmış olsaydı eğer bugün bütün okullar karne verebilecekken Bakanlık bürokratlarının gönderdiği kafa karışıklığına neden olan yazılar yüzünden bazı okullar sınavlarının tamamladı, bazıları yarısını yaptı, bazıları ise hiç sınav yapmadı. Velhasıl tam bir curcunadır gidiyor eğitimde.)
Talim, yani öğretim, yönünden eğitim sistemimizin gelmiş olduğu noktayı PISA ve TIMMS göstergeleri ortaya koyuyor, bu herkesin bildiği, bir arpa boyu yol alamadığımız bir konu. Terbiye eğitimi ise okuldan çok ailede verilmesi gereken bir eğitim olup günümüzde ailenin rolünü televizyon ve sosyal medya almış durumdadır.)
“Ortalamadan hızlı olmak, ortalamadan zeki olmak anlamına gelmez. Çocuklar sınavlarda bir veya iki dakikalık sürelerle puan kaybediyorlar. Ama gerçek hayatta öyle problemler var ki, bir ömür sürüyor. Birkaç dakika süren problemlere de genelde ihtiyaç molası deniyor.”
(Bakan Bey burada mevcut öğrenci seçme sisteminin hayatın gerçekleriyle örtüşmediğini söylüyor lakin bu konuda da söylemden öte bir icraat ortaya koyabilmiş değildir kendisi. Hâlâ 2-3 saatlik sınavlarla öğrencilerimizin tüm hayatlarına yön verilmeye çalışılıyor. Hatta rekabet o derece acımasız hâle geldi ki parası olanın en iyi üniversitelerde okuduğu, parası olmayanın okuma fırsatının elinden alındığı bir sisteme dönüştü. Örneğin, uzaktan eğitim sürecinde etüt merkezlerinin ve özel kursların öğrencilerine bir şekilde yüz yüze eğitim vermesi, resmî okullardaki destekleme ve yetiştirme kursuna giden gariban öğrencinin bundan mahrum kalmasının izahı yoktur.)
“Araçları amaç kıldık; sınav kazanmayı sistemin ana gayesine dönüştürdük. ÖSYM bir dakikada soru çözebilenleri başarılı, iki dakikada çözebilenleri başarısız diye etiketlerken, aslında milyonlarca çocuğumuzun kendine olan güvenini yok eden bir kuruma dönüştü. Türkiye'de başarısız olarak etiketlenen on binlerce çocuğumuz dünyanın iyi üniversitelerinde pekâlâ, üstün başarılar ortaya koydular.”
(Sayın Bakanım, ülkemizde ÖSYM hâlâ ÖSYM, sorduğu sorular hâlâ aynı sorular, sınavın şekli hâlâ aynı. Hâlâ soruları bir dakikada cevaplayan öğrenci başarılı, iki dakikada cevaplayan öğrenci ise başarısız. ÖSYM, hâlâ en az güvenilen kurumlar arasındaki yerini koruyor. Hâlâ Türkiye’deki üniversitelere kabul edilmeyen, projeleri TÜBİTAK’tan geçmeyen ancak ABD’de derece yapan çocuklarımız çareyi yurt dışında arıyor.)
“Öğretmen yetiştirmeyi üniversiteye havale ettik. Üniversiteler otuz yıldır iyi öğretmen yetiştiremiyor.”
(Maalesef öğretmenlerimizi hâlâ üniversiteler yetiştiriyor.)
“Bazı öğretmenler iklim oluşturur. Bazıları da sadece hava durumu sunar. Bu iki öğretmen tipi mutlaka ayrı değerlendirilmeli ve kıymetlendirilmeli.”
(Bu konuda çok haklısınız Sayın Bakanım, sizin sunduğunuz hava durumunu, iklim değişikliği olarak algılayarak eğitim sisteminde yerli ve milli reformlar yapılabileceği hayaline kapıldık. Oysa rüzgârın azı ateşi körükler, çoğu ise söndürür. O kadar çok rüzgâr estirdiniz ki eğitimcilerdeki size olan inancın ateşini söndürdünüz.
itibariyle istifanızı verdiniz, artık eğitim camiasının eğitimci bakan isteği de yoktur bundan sonra. Yeni bakanımıza hayırlı olmasını temenni ederken devlette devamlılığın esas olduğu anlayışıyla Ziya Öğretmen’in vermiş olduğu sözlerin de gerçekleştirilmesini kendisinden bekleriz.