-->
Mevzu TV | Mevzu sadece haber değildir.

Azerbaycan’da Türk olmak ve Türkiye algısı

DÜNYA

20.yüzyılın başlarında “ortak dil, ortak kültür” konusunda çeşitli platformlarda bir araya gelen Kafkasya, İdil Ural, Türkistan Türkleri artık farklı etnik kimlik adıyla bir birinden kopmuş duruma gelmişti. Azerbaycan Türkleri Azerbaycanlı kimlği altında, Türkistan Türkleri Kazakistanlı, Kırgızistanlı, Özbekistanlı, Türkmenistanlı olarak “Sovyet vatandaşı” üst kimliğinde bir araya gelebiliyordu.

2002 yılında Türkiye’de AK Parti iktidarı, 2003 yılında da Azerbaycan’da İlham Aliyev iktidarı göreve geldi. 2003 yılından itibaren yavaş ama kararlı bir şekilde yükselişe geçen Türkiye-Azerbaycan ilişkileri bugün zirve noktasına ulaştı. 35-40 milyon Türkün yaşadığı İran’ın, yıllardır Azerbaycan’da yaptığı ideolojik yatırımlar Karabağ savaşındaki Ermenistan yanlısı tutumundan dolayı yerle bir oldu. Azerbaycan ordusu Türkiye’den aldığı Bayraktar TB2 SİHA’larla bir ay içinde Ermenistan ordusunun “belini” kırdı. Bir aylık süreçte 4 şehir, 2 kasaba ve 185 köy işgalden kurtarıldı.

19. yüzyılın ortalarında Azerbaycan’da petrol sanayinin gelişimi ile birlikte ülkedeki edebî ve siyasî canlanma da kendini göstermiş oldu. Petrol nimeti kentli sınıfının oluşmasına neden olurken bir yandan da aydınlar sınıfı doğuyordu. Çarlık Rusya’sının Avrupaî uygarlığı ile geleneksel İslam medeniyetinin taşıyıcısı olan bu aydın sınıf, zamanla Azerbaycan’da toplumun değişiminin de temel unsuru hâline geldi.

‘Dilde fikirde işte birlik’

Düşünce ve kültür hayatındaki canlanmanın öncüleri olan Azerbaycanlı aydınların en önemli ortak özelliklerinden birisi, Osmanlı kültürünün çekim alanında olmalarıydı. Osmanlı’da eğitim görmüş Sünnî din adamlarıyla birlikte seküler aydın sınıfı, halkın uyanışını Türklük bilincine sahip çıkmakta görüyorlardı. Bu vâkıa aynı dönemlerde Osmanlıda yaşananlardan pek farklı değildi.

1875 yılında Çarlık Rusya’sında ilk Türkçe gazete olan “Ekinçi” gazetesi Hasan bey Zerdabi önderliğinde yayınlanmaya başladı. “Ekinçi” gazetesinin yayınlanması Türk halkları arasında millî uyanışın gelişmesinde de dönüm noktası oldu. 19. yüzyılın sonlarından itibaren İdil-Ural bölgesinde başlayan “Cedidcilik Hareketi” kısa sürede Azerbaycan’da da kendisini göstermeye başladı. 1883 yılında Kırımlı İsmail Gaspıralı’nın Azerbaycanlı petrol zengini Hacı Zeynelabidin Tağıyev’in mâlî desteğiyle çıkardığı “Tercüman” gazetesi Rusya Türklerinin gayrı resmî sesi oldu.

Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırma politikalarına karşı Rusya Türkleri, Gaspıralı’nın meşhur “dilde, fikirde, işte birlik” gâyesi etrafında birleşerek bir nev’i Türklere ait “savunma bloğu” oluşturdular. Gelişen Türkçülük akımı Azerbaycanlıları özbenliklerini araştırmaya yöneltmiş, etnik aidiyet bilincini güçlendirmişti.

Türkçülük akımının Azerbaycanlı öncüleri

Edebiyat, sanat, matbuat gibi kültürel çerçevede gelişen Türkçülüğün ötesine ilk adımı Azerbaycanlı Ali Bey Hüseyinzade attı.

1864 yılında doğan Ali Bey Hüseyinzade St.Petersburg’da tıp eğitimi alırken Pan-Slavist baskılara maruz kalmış ve 25 yaşında İstanbul’a gelmişti. Osmanlılar henüz Türkçülük düşüncesine yabancı iken Ali Bey Hüseyinzade, Jön Türk hareketine temel teşkil edecek olan İttihad-i Osmaniye’nin kurucuları arasında yer aldı.

Hüseyinzade’nin “Turan” imzasıyla yayınladığı yazılar o dönem Osmanlı’daki bir avuç Türkçü aydını etkilemeye yetmişti. Osmanlı’da Türkçülük akımının şekillenmesinde en önemli figürlerden birisi de başka bir Azerbaycanlı aydın Ahmet Ağaoğlu’ydu (Ağayev). Öncesinde İslamcı düşünceye sahip olan Ahmet Ağaoğlu zamanla Türkçülüğe doğru giden dolambaçlı bir yol izlemeye başladı.

Edebî çevrelerde Türk milliyetçiliği

Bu dönemlerde Azerbaycan basınında önemli bir yere sahip olan “Hayat Gazetesi” ve “Füyuzat Dergisi”nde Ahmet Ağaoğlu ve Ali Bey Hüseyinzade’nin yazılarıyla Osmanlı Türkleri ve Çarlık Rusya Türklerinin ortak bir dil ve kültür etrafında birleşmesi savunulmuş, Azerbaycan’da Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkmasının ve gelişmesinin yolu açıldı.

Celil Memmedguluzade ve Ömer Faik Nemanzade tarafından çıkarılan dönemin bir diğer önemli dergisi “Molla Nasreddin” ile Azerbaycan edebiyatında demokratik düşüncelerinin gelişmesine, toplumun yenilemesine ve Azerbaycan’daki Türklük şuurunun şekillenmesine katkı verdiler.

Ahmet Ağaoğlu, Ali Bey Hüseyinzade ve Mehmet Emin Resulzade gibi isimler İstanbul’da siyasi ve entelektüel çevrelerle girdikleri etkileşimin sonucunda Türk milliyetçiliğinin önde gelen isimleri oldular ve Azerbaycan’da Türkçülük düşüncesinin siyasi ve edebi çevrelerde yaygınlaşmasını sağladılar. Entelektüel ve derin siyasi birikimleri olan bu tür kişiler sayesinde 1918 yılında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu. Bugün bile Azerbaycan Türklerinin bir vefa ve kahramanlık örneği olarak minnetle yâd ettikleri Nuri Paşa “Kafkas İslam Ordusu” ile tam da bu zamanlarda Bakü’yü işgalden kurtardı.

Bolşeviklerin alfabe kurnazlığı

Bolşevikler 1920 yılında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ni işgal edip Sovyet yönetimini kurduktan sonra ülkedeki tüm milliyetçi/Türkçü akımlara karşı saldırıya başladılar. Dönemin en önemli düşünce ve ilim sahipleri baskı karşısında ülkelerini terk edip çoğunlukla Türkiye’ye hicret etti. Hicret edemeyenler ise ya idam edildi ya da hapsedilerek sürgüne gönderildi. Azerbaycan Türklerinin Türkiye ile kalan tek bağlantısı olan alfabe de Komünist yönetimi tarafından iki aşamada değiştirildi.

• 1929 yılına kadar Arap alfabesi kullanan Azerbaycan,

• 1929-1939 yıllarında Latin alfabesi,

• 1939 yılından 1992 yılına kadar Kiril alfabesi kullanmak zorunda kaldı.

Bu yıllarda Azerbaycan Türklerini ve Sovyetlerdeki diğer Türkleri Türkiye ile ayrıştırmak için millî kimlik politikaları inşa edilmeye başlandı.

Yeni kimlik inşası: Sovyet vatandaşları

20.yüzyılın başlarında “ortak dil, ortak kültür” konusunda çeşitli platformlarda bir araya gelen Kafkasya, İdil Ural, Türkistan Türkleri artık farklı etnik kimlik adıyla bir birinden kopmuş duruma gelmişti. Azerbaycan Türkleri ‘Azerbaycanlı’ kimliği altında, Türkistan Türkleri ‘Kazakistanlı’, Kırgızistanlı, Özbekistanlı, Türkmenistanlı olarak “Sovyet vatandaşı” üst kimliğinde bir araya gelebiliyordu.

İkinci Dünya Savaşı’na kadar Avrupa’nın farklı şehirlerinde, çeşitli siyasi ve kültürel platformlarda Azerbaycanlı muhalif aydınlar, çeşitli Türk coğrafyalarından Sovyet muhalifleri ile bir araya gelip birlikte mücadele ediyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında bu vatansever aydınlar, ülkelerinin bağımsızlıkları uğruna Almanya’nın yanında Sovyetlere karşı mücadele etmek zorunda kaldılar.

Stalin’in 1953’deki ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nde kısmi bir yumuşama yaşansa da, 1985 yılında Mihail Gorbaçev’in Kominist Parti sekreterliğine gelmesine kadar hiçbir muhalif düşüncenin yeşermesine müsaade edilmedi.

Sovyetlerin son döneminde yeşeren millî şuur

Gorbaçov’un “glasnost” ve “perestroyka” açılımları Azerbaycan’da millî düşüncenin de görünür olmasına neden oldu. Ebülfez Elçibey’in başını çektiği millî cenah çok kısa sürede halk tarafından rağbet görmeye başladı. 1975 yılında Türkçü ve Sovyet karşıtı görüşlerinden dolayı hapsedilen Elçibey, bu dönemi fırsat bilerek harekete geçti. Milliyetçi bir ideolog olarak ekibini örgütleyen Elçibey, Azerbaycan’ın bağımsızlığı için meydanlara indi. Ermenilerin Dağlık Karabağ’da hak iddia etmeleri ve Ermenistan’daki Türkleri göçe zorlamaları Azerbaycan’da Türkçü düşüncenin daha da şiddetlenmesine neden oldu.

Ömrünü milletine adayan Ebülfez Elçibey

Ebülfez Elçibey’in liderliğini üstlendiği milliyetçi cephe, 1989 yılının 16 Temmuz’unda “Azerbaycan Halk Cephesi”ni kurdu. Bağımsızlık taleplerini seslendiren Ebülfez Elçibey, Türkiye ile yakın işbirliği kurulmasını açıkça dile getiriyordu. Elçibey, bununla kalmıyor, 1828 yılında Çarlık Rusya ile İran arasındaki Türkmençay anlaşması ile İran’a devredilen Güney Azerbaycan’ın da Kuzeyle birleştirilmesi gerektiğini söylüyordu.

31 Aralık 1989 yılında Azerbaycan Halk Cephesi Nahçıvan şubesi Kuzey ve Güney Azerbaycan arasındaki sınırların açılması gerektiği konusunda bir karar aldı ve aynı gün Nahçıvan’la İran arasındaki sınırlar söküldü.

İran boyunduruğu altında yaşayan Güneyli Türklerle Rus boyunduruğundan kurtulma arifesinde olan Kuzeyli Türkler Aras nehrini geçerek gayri resmî olarak sınırları ortadan kaldırdılar.

Bağımsız Azerbaycan’ın kurulmasında çok önemli bir role sahip olan Elçibey, 1992 yılında yapılan seçimlerde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.

Türkiye’den umduğunu bulamayan bir cumhurbaşkanı

Ebülfez Elçibey cumhurbaşkanı olarak ilk resmi ziyaretini de 24 Haziran 1992 yılında Türkiye’ye gerçekleştirdi. “Büyük Türk Birliği” idealiyle yaşayan Elçibey, yaklaşık 1 yıl iktidarda kaldı. İktidarı Karabağ Savaşı’nın en şiddetli dönemlerine denk gelen Elçibey, bütün Türk dünyası için mücadelede ön sıralarda yer aldı. Kendi ülkesinde Ermeni işgali sürerken Uygur Türklerinin özgürlüğü için en yüksek perdeden sesini çıkarıyordu. Dönemin Türkiye’sine büyük umutlar bağlayan Elçibey, maalesef umduğunu bulamadı.

Birinci Karabağ Savaşı’ında İran’ın yardım teklifini geri çevirecek kadar ideallerine bağlı olan Elçibey’in sesi zamanın Türkiye’sinin iktidar çevrelerinde duyulmadı. Yalnız ve yardımsız bırakılan Azerbaycan topraklarının yüzde 20’i Ermeniler tarafından işgal edildi. Birinci Karabağ Savaşı'nın en şiddetli günlerinin yaşandığı 1993 yılında Bakü’de "Azadlıq Meydanı"nda çekilen bir fotoğraf Azerbaycan Türklerinin Türkiye’den beklentilerinin ne derecede büyük olduğunu göstermesi açısından çok önemli. Meydanda toplanan binlerce insan ellerinde Türkiye bayrakları ve Türk liderlerinin portreleri ile sahip çıkılmayı bekliyordu.

Haydar Aliyev’le yeni dönem, yeni ilişkiler

1993 yılında iktidarı devralan Haydar Aliyev, Türkiye ile ilişkileri geliştirirken Türkçü söylemlerden uzak durarak “Azerbaycanlılık” kimliğini daha çok ön plana çıkardı. Şüphesiz bunun en önemli nedenlerinden biri de Azerbaycan’daki etnik olarak Türk olmayan halkaları kucaklama teşebbüsüydü.

Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine “Bir millet, iki devlet” düşüncesi çerçevesinden bakan Haydar Aliyev, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi için önemli katkılar verdi. Yalnız, dönemin Türkiye iktidarlarının Azerbaycan’a karşı mesafeli tutumu ilişkilerin bugünkü seviyesine daha erkenden gelmemesinde önemli bir etken oldu.

Erdoğan ve Aliyev’in samimi çabaları

2002 yılında Türkiye’de AK Parti iktidarı, 2003 yılında da Azerbaycan’da İlham Aliyev iktidarı başlamış oldu. 2003 yılından itibaren yavaş ama kararlı bir şekilde yükselişe geçen Türkiye-Azerbaycan ilişkileri bugün zirve noktasına ulaşmış durumda. Her iki ülke arasında karşılıklı ekonomik yatırımlar ilişkileri daha da güçlendirmiş durumda. İki ülkenin cumhurbaşkanlarının şahsi dostlukları şüphesiz, devletlerarası ilişkilerin güçlenmesinde en önemli faktörlerden biri oldu.

İkili ilişkiler ve dostluklar sadece ekonomik yatırımlarla sınırlı kalmadı, doğal olarak uluslararası arenda da birlikte hareket edilmeye başlandı. Türkiye, tüm platformlarda Dağlık Karabağ’daki mevcut durumu gündeme getirerek Ermenistan’ın işgal ettiği bölgelerden çıkması gerektiğini gür sesiyle haykırdı. Tüm uluslararası baskılara rağmen Dağlık Karabağ ve çevre illerin işgal altında bulunmasından dolayı Ermenistan’la sınırlarını açmadı.

Tovuz’daki saldırılardan sonra yeni bir merhale

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Azerbaycan’ın Ermenistan’la ilgili kararı ne olursa olsun her zaman yanında olacağını bugüne kadar hep belirtti. Bu ifadeler tabi ki Azerbaycan Türkleri nezdinde önemliydi ama uygulama olmadan, gözle görmeden desteğin nasıl olacağını da kestirmek de zordu. Nihayet geçtiğimiz Temmuz ayında Ermeni güçlerinin Tovuz’da Azerbaycan’a yönelik saldırısından sonra Türkiye tabiri caizse yumruğunu masaya vurdu. İki ülke arasında askerî tatbikat konusunda anlaşma sağlandı ve Türk ordusu Nahçıvan’da, Bakü’de Azerbaycan ordusu ile birlikte askeri tatbikat başlatarak düşmana gözdağı verdi. 

Bir aylık büyük başarıda Bayraktar faktörü

27 Eylül’de Azerbaycan, Ermeni saldırılarına karşı topyekûn Karabağ’ı işgalden kurtarma operasyonu başlattı. Azerbaycan ordusu Türkiye’den aldığı Bayraktar TB2 SİHA’larla bir ay içinde Ermenistan ordusunun “belini” kırdı.

Bir aylık süreçte 4 şehir, 2 kasaba ve 185 köy işgalden kurtarıldı. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev yabancı medya mensuplarına verdiği demeçlerde hep Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteğinden minnetle bahsetti.

‘Bakü’nün her yerinde neden Türk bayrağı var?’

O demeçlerin biri Türkiye-Azerbaycan kardeşliğini ve Azerbaycanlılar için Türkiye’nin ne anlama geldiğini göstermesi açısından çok önemliydi. Rusya’nın RBK kanalının muhabiri Cumhurbaşkanı Aliyev’e “Bakü sokaklarında her yerde Türkiye bayrağı gördüğünü ama tek bir tane bile Rusya bayrağı görmediğini” söyleyip bunun sebebini sordu.

Aliyev de çok anlamlı bir cevapla iki ülkenin birbiri için ne mânâya geldiğini şöyle açıkladı: “Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişki dünyanın hiçbir yerinde yok. Mesele sadece bizim ortak köklerimiz ve ortak tarihimizle ilgili değil. Türk bayrağının Azerbaycan’ın her yerinde olması tabii bir hâdise. Türkiye’ye giderseniz orada da her yerde Azerbaycan bayrakları göreceksiniz.”

2. Karabağ savaşı’yla belirginleşen dost-düşman kavramı

27 Eylül’de başlayan İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra Azerbaycanlıların zihninde dost-düşman mefhumu yeniden şekillendi diyebiliriz.

Bu sadece Azerbaycan Türkleri için değil, Azerbaycan’da yaşayan Talış, Lezgi, Avar, Tat gibi diğer etnik gruplar için de geçerli. 30 yıllık tarihi olan “Bir Millet İki Devlet” sloganı ilk defa içi tam doldurulmuş bir vaziyette, daha inançlı bir şekilde seslendiriliyor.

35-40 milyon Türkün yaşadığı İran’ın, yıllardır Azerbaycan’da yaptığı ideolojik yatırımlar Karabağ savaşındaki Ermenistan yanlısı tutumundan dolayı yerle bir oldu. Azerbaycanlılar için artık gerçek dost olarak iki ülke ortaya çıkmış durumda: Türkiye ve Pakistan.

Neler yapılması lazım?

Tüm bu gelişmelere rağmen Türkiye’nin Azerbaycan’da yapması gereken çok fazla iş olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bunlardan en önemlileri kısaca şöyle sıralayabiliriz:

1. FETÖ’den boşalan alanı doldurmak için Maarif Vakfı’nın öncülüğünde Türk okullarının geciktirilmeden açılması.

2. Yıllardır kurduğu medya organlarıyla Türk/Türkiye düşmanlığı pompalayan İran’ın önünü kesmek için Azerbaycan’da Türkiye destekli medya yatırımlarının yapılması.

3. İşgalden kurtarılan ve cephe bölgesinin dışındaki bölgelerde Türk şirketlerinin inşaat, sağlık, turizm gibi sahalara yatırım yapması.

4. Demokratik ve şeffaf bir yönetim için Azerbaycan yerel idare organlarına Türkiye’deki belediye ve kamu kurumlarının tecrübelerinin aktarılması ve uygulanmasına yardım edilmesi.

5. Azerbaycan ordusunun çok daha profesyonel bir hâle gelmesi için var olan askerî ilişkilerin daha üst seviyeye çıkarılması.

6. Düşman ülkelerin Azerbaycan’a yönelik saldırgan tavırlarının karşısını almak için Azerbaycan’da Türk askeri üssünün kurulması.

Görünen o ki Azerbaycan’ın Karabağ’daki şanlı mücadelesi kısa bir zaman sonra hedefine ulaşmış olacak. Galip bir taraf gibi masaya oturacak olan Azerbaycan, müzakere sürecinde sahada kazandıklarının karşılığını almak için güçlü Türkiye’nin desteğini istiyor. Karabağ’daki işgal son bulduktan sonra Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini çok daha farklı bir seviyede göreceğimizden emin olabiliriz.

Kaynak: GZT/ Samir Babaoğlu

Yorum yapabilmek için lütfen sitemizden üye girişi yapınız!
Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.