30 Mart 2019 tarihinde Fas tarihi için çok önemli bir ziyaret gerçekleşti. Hristiyanların dinî lideri olan Papa Francis, birtakım görüşmeler yapmak ve Fas’ta bulunan Hristiyan mültecileri ziyaret etmek amacıyla Fas’a geldi. Bu ziyareti önemli yapan diğer bir nokta ise 34 yıl sonra Papalık düzeyinde bir ziyaretin Fas’a gerçekleşmesiydi.
Bu ziyaretin hususiyeti üzerine Fas Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan zaman çizelgesinde, Fas Krallığının Hristiyan alemi ile ilişkileri çok eskiye dayandırılarak ilk temasın 1880 yılında Sultan Mulay Hasan tarafından, Papa 13. Leon döneminde gönderilen ilk büyükelçi aracılığıyla başladığı bildirildi.
Aynı zamanda Kral İkinci Hasan’ın 1980 yılında gerçekleştirdiği Vatikan ziyareti de ilk defa Müslüman bir dinî-siyasi liderin Vatikan’ı ziyaret etmesi gibi bir önem taşıyordu.
Uzun yıllar sonra Papa’nın Fas’a yaptığı bu ziyaretin birçok özel anlamı bulunmaktaydı. Bu özel anlamları hem Papa hem de Fas Kralı Altıncı Muhammed’in ziyaret boyunca bulundukları yerlerde yaptıkları konuşmalarda görebiliyoruz. Bu konuşmaların ana başlıklarını; dinlerarası diyalog, farklı dinlerin sorunsuz şekilde, ortak-beraber yaşayabilmesi, din özgürlüğü ve Afrika’nın birçok ülkesinden Fas’a gelen mülteciler olarak özetleyebiliriz.
İki liderin de üstünde durduğu en önemli nokta ise; Fas’ın bütün dinlerden vatandaşlara ev sahipliği yapması, bu insanların rahat ve özgürce dinlerini yaşayabilmesi ve kralın müminlerin emiri olarak din ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarına eşit bir şekilde yaklaşmasıydı.
Peki, Papa’nın ziyareti ile doruğa çıkan, Fas Krallığının uzun bir süredir geliştirdiği özgür, hoşgörü sahibi, kendine özgü ve dinlerarası diyalog söylemine uygun Fas İslamı kavramının batı dünyası tarafından bu kadar öne çıkarılır bir temeli olması nasıl gerçekleşmiştir? Ne zamandan beri Fas Krallığı kendine özgü İslam anlayışı üzerinden siyasi ve diplomatik çalışmalar yürütmekteydi?
Bu sorularımızın cevabını bulabilmemiz için Fas İslamını ve bu İslam anlayışı çerçevesinde oluşturulmuş Fas’ın dinî kurumlarını incelememiz gerekecektir.
Fas İslamıAmerikalı antropolog Geertz, "İki Kültürde İslam" adlı eserinde Fas ile Endonezya’da İslam inanç tarzlarını karşılıklı olarak incelemiştir. Geertz bu eserinde, Endonezya’da İslam inancının daha sade, içten, sakin ve soğukkanlı olarak tarif ederken, Fas İslamı’nın ise; coşkulu, tutkulu, ateşli, çok etkili bir şekilde bireyselliği yüceleştiren bir dinî anlayışının olduğunu belirtmiştir.
Hatta bu tanımlamasını dönemin meşhur Faslı alimi Sidi Lahsen Lyusi ve Fas’ın Alavi Hanedanlığı’nın ilk ve önemli sultanlarından Mulay İsmail arasında geçen örnek bir olay üzerinden yapmıştır. Fas Sultanı idari gücünü kendi kutsallığından, manevi kişiliğinden aldığını iddia ederken, bölgesinde hoca olan Lyusi de kendine özgü kutsallığa sahip olduğunu belirtmesi üzerine iki dinî şahsi güç çatışmaya girer. Bu çatışmanın sonunda Sultan İsmail, Lyusi’den özür diler, Lyusi de sultanın meşruiyetini kabul eder.
Geertz buradan yola çıkarak, Fas sultanlarının hiçbir şekilde dinî otoritesini paylaşılmasına izin vermediğini ve asıl dinî-politik gücünün buradan geldiğini belirtir.
Bu tanımlamaya Fransa’nın Kuzey Afrika üzerine yetiştirdiği önemli isimlerden biri olan, Tlemsen medresesi direktörlüğü yapmış Alfred Bel de katılır.
Alfred Bel yaptığı "Fas İslamı" çıkarımına göre, yerelde bulunan azizin veya evliyanın (tarikat şeyhinin) kutsallığının bazen yaratıcının kutsallığını geçtiğini, insanların onun söylediklerine daha çok güvendiğini belirtmiştir.
Fransızların Fas’a gönderdiği diğer bir araştırmacı - diplomat Michaux Bellaire de Fas İslamı ile ilgili benzer tanım yapmıştır. Bellaire’e göre, Fas İslamı’nın yerelde tarikatlerin oluşturduğu, vahiy ile gelen İslam dininden çok farklı olduğu ve kendisine ait özgünlüğün çok fazla olduğunu belirtmiştir.
Bu tanımlardan sonra Fransa’nın Fas İslamı ile ilgili geliştirdiği politikayı özetlemek de bahsi geçen bu batılı yazarların tanımlarını anlamamızda bize yardımcı olacaktır. Fransa Cumhuriyeti, uzun bir süre Fas İslamı ve Halifeliğinin diğer İslam ülkelerinden ayrılması gerektiğini belirtmiş ve bölge politikasına bu anlayışa göre yön vermiştir. Bu konuda Fransa’nın Birinci Dünya Savaşı’nda İslam coğrafyalarında meşruiyet geliştirmesine ve İngiltere’nin hilafet politikasına karşı Fas Halifeliğini kullanmaya çalışmasına bakmak yeterli olacaktır.
Diğer bir nokta ise, Fransa Cumhuriyeti Fas’ı himayesine aldığı zaman Fas Sultanı ile anlaşıp, Fas Sultanlığı’nın şeriflik ve kutsallık sıfatlarından yararlanmıştır. Daha sonra ise yerelde oluşmuş bağımsız kutsal güç ile, sultanlığın kutsal (emir) gücünü kullanarak yerelde bulunan gücü kırmış ve merkezî bir dinî bürokrasinin oluşmasını sağlamıştır.
Fas dinî bürokrasinin oluşumu, gelişimi ve amaçlarıFas’ta dinî bürokratik kurumların tarihi çok eski Endülüs dönemine kadar uzanmaktadır. Fas İslamına da uygun bir şekilde yerelde sufi tarikatların ve şeyhlerin geliştirdiği sisteme bürokratik bir kurum olarak bakılmış, yapılan bu çalışmalar bölgeden bölgeye farklılık göstermiştir.
Ancak burada dikkat çeken nokta, Fas’ta birçok sufi tarikatın çalışmalarının olduğu ve yoğun bir şekilde krallıkla iç içe olduğudur. Bu nedenle Fas’ın kendine özgü bir sufi geçmişi de oluşmuştur diyebiliriz. Bu sufi çalışmalar her ne kadar Arabistan’da Vehhabi inancından etkilenmiş olan Mulay Süleyman döneminde (1792-1822) kesilse de hiçbir zaman tamamen sonlanmamıştır.
Fas’ta sufi hareketler, Fransa’ya karşı direniş harekatında da etkili olmuşlar, bağımsızlık kazanımında da büyük yardımları olmuştur.
Fransa’nın Fas’ı himaye politikası da bu durumu gözeterek alınmıştır. Fas’ta bu tarikatların ve yerelde bulunan alimlerin gücünü bilen Fransa’nın Fas valisi Lyautey, tüm himaye politikasını öncelikle kralın dinî gücünü muhafaza ederek hakimiyetini bu güç üstünden kurmuştur. Bu politikaların da aksamaması amacıyla yapılması gerekenler; dinî bir bürokratik kurum tesis edilip yönetimin kolaylaşması için gerekli dönüşüm ve kontrolün sağlanmasıydı.
Fransa, Fas’ı İslam’ın kontrolü üzerinden yöneteceğine o kadar kendisini inandırmıştı ki, bağımsızlık hareketlerin çoğalması sonrası Sultan Muhammed’i ülkeden sürgün etme kararının meşruiyetini, Sultanın İslami kurallara uygun hareket etmediğini belirterek sağlamıştı.
Fransa bu durumu zaten Fas’ı himaye altına aldıklarını duyurduğu Fes Anlaşması’nda belirtmişti. Böylelikle Fas’ın ilk dinî bürokrasi kurumu olan Habous yani Dinî İşler Bakanlığı’nın geçmişini Fransa’nın himayesine kadar götürmemiz mümkündür. Bu kurum sayesinde dinî kontrolün yanında Fransa yerelde kabilelerin etkin olduğu bölgeleri de merkeze bağlıyor ve tüm bu değişikleri Sultan’ın otoritesi altında ilerletiyordu.
Ek olarak geleneksel eğitim kurumlarının yerine geliştirilen modern eğitim kurumları da yeni eğitim sisteminin de temelleri oluşturuyordu. Böylelikle geleneksel medreselerin gücü kırılıp daha merkezi bir eğitim sistemi ile, meşru yönetimle çatışmayacak yeni bir ulema kesiminin yetiştirilmesinin temelleri atılıyordu. Bu amaçla 1945 yılında Fes ve Rabat’ta yeni ilkokullar, teknik okullar ve İslami okullar kuruldu. 1950 yılına gelindiğinde ülkenin sadece yüzde altısı eğitim kurumlarından faydalanabiliyordu. Böylece bu kesim Fas’ın yeni elitlerini oluşturuyordu da diyebiliriz.
Fransa’nın Fas’ta himayesinin son bulması ve Fas’ın bağımsızlığını kazanması sonrası, Modern Fas Krallığı da kuruldu. Sürgünden geldikten sonra tekrar Kral olan Beşinci Muhammed İslami rolü üzerinden tüm gücünü tekrardan oluşturmaya başladı.
Ancak dini, kendi meşruiyetini artırmak amacıyla en çok kullanan Fas Kralı İkinci Hasan olmuştur.
Fransa’nın kurmuş olduğu Habous’u daha aktif bir şekilde kullanmak isteyen İkinci Hasan, ilk olarak modern dinî eğitim kurumlarının sayısını arttırmak ve geliştirmek yolunda yeni adımlar atmıştır. Böylelikle bağımsızlık sonrası Fas Krallığı kendi modern alimlerini yetiştirmiştir. Ayrıca resmî bir din tanımı üzerinden kendine yakın isimleri etrafında tutmuş, siyasi olarak kendisini eleştirenleri ise tamamen dinî rolü (emîrü’l-mü’minîn) üzerinden pasifize etmeye çalışmıştır.
Aslında daha önce de belirttiğimiz üzere Fas’ta dinî kurumlar çok eski tarihten beri etkin olmuştur. Ancak bu dönemde tamamen bir merkezileşme, yerel güçlerle ya ittifak ya da sindirme hareketleri görülmüştür. Bu durumu daha iyi anlamak için iki örnek verebiliriz. Buşişiya Tarikatından gelen bir lider olan Abdüsselam Yasin, kralın halifeliğini eleştirdiği için hapis yatmış ve cemaati ülkede hâlâ yasaklı durumda bulunmaktayken Yasin ile aynı tarikattan yetişmiş ve bir zamanlar arkadaşı olan Ahmet Tevfik bugün krallığın en önemli bakanı Dini İşler Bakanı olmuş ve çok etkili bir isim haline gelmiştir.
80’li yıllarda ise Fas’ın resmî İslam tanımına yavaş yavaş sufilik nüansları eklenmeye başlamıştır. Habous içinde alt kurumlar oluşturulmuş ve dinî alimlerin tamamen merkeze bağlanması başarı ile tamamlanmıştır. Böylelikle Fas’ın tamamında dinî üretim, etkinlikler, eğitim ve vakıf faaliyetleri bu kuruma bağlanmıştır.
Bakanlığın belirlediği resmî dinî faaliyetler dışında çalışmalarına izin verilmemiş, bakanlığın belirlediği şekilde insanlar dinî hayatlarını yönlendirmiştir. Tüm dinî çalışanların görevleri teker teker tarif edilmiş, alt üst ilişkisi kurulmuş ve tüm dinî görevlilerin en üstte tek sorumlusunun kral olduğu teyit edilmiştir.
2003 yılına kadar her ne kadar Fas İslamı içinde krala tabiyet belirten her türlü İslami görüşe izin verilmiş olsa da, 2003 yılında Kazablanka, 2004 yılında Madrid saldırıları sonrası Fas’ta dini yorumlamada öne çıkan tanımlama değişmeye başlamıştır.
Bu değişim öncesi değişimi yapabilecek kadrolar ve kurumlar da bu anlamda değişmeye başlamıştır. Öncelikle bakanlıkta keskin bir değişim için üst düzey bir değişikliğe gidilmiştir. 2002 yılında Selefi görüşe yakın bir isim olan Abdülkebir Alavi görevden alınmış ve daha ılımlı sufi gelenekten gelen Buşişiya Tarikatı üyesi Ahmet Tevfik bu göreve getirilmiştir.
Terör saldırıları sonrası Dinî İşler Bakanlığı’nda kurulan yeni birimde konuşan Kral, Fas İslamı’nın hoşgörülü, açık görüşlü ve her dine eşit yaklaşan yapısına zarar veremeyeceklerini Fas İslamı’nın, aşırıya kaçan tüm anlayışlarla savaşacağını aktarmıştır. Bu açıklamaların yoğunlaşması üzerine, Dinî İşler Bakanlığı ibadet yerlerinin yönetimi, fetva üretimi, eğitimin kontrolü gibi görevlerinin yanında dinde hoşgörü ve dinlerarası diyalog ile ilgili çok fazla çalışmalar yapmaya başlamıştır.
Aslında burada yaşanan değişimi bir nevi halkın sekülerleşmesi ve kralın rolünü daha çok papa rolüne taşıma olarak özetleyebiliriz. Evlilik yaşlarının artırılması, birden fazla evliliğin zorlaştırılması, diğer dinlerden insanların ibadetlerini daha rahat yapabilmeleri, kadınların toplumdaki rolünün artırılması, kadın dinî görevlilere önem verilmesi gibi birçok konuda yapılan çalışmalarla ülkede insanların sekülerleşerek özelikle politik anlamda din soyutlanmaya çalışılmıştır.
Gençlerin özellikle gerçekleştirilen müzik festivalleri ile dinlerarası muhabbetin artırılması, müzik üzerinden gençleri daha çokkültürlü bir İslam yorumuna alıştırma politikası uygunlanmıştır.
Diğer dinlerin bayramların ortak şekilde kutlanması, geçmişten gelen Yahudi kültürünün korunması amacıyla mezarlıkların ve ibadet yerlerinin yenilenmesi, önemli bir Yahudi nüfusunun dönmesi ve ortak iftar programlarının düzenlenmesi gibi birçok dinlerarası diyalog faaliyetleri de önemli gelişmeler yaşanmasına sebep olmuştur.
Fas’ın geliştirdiği bu İslam tanımı ve uygulamaları da kendisine dinî anlamda büyük bir güç sağlamıştır. Tarihsel olarak Fransa’nın Fas İslamı üzerinden bağımsız bir dinî politika geliştirmeye çalıştığını belirtmiştik.
Günümüzde de bu Fas İslamının Batı tarafından olumlu takip edildiği ve desteklendiğini belirtmek yanlış olmayacaktır. Özellikle Fas Dinî İşler Başkanlığı’na bağlı olarak Altıncı Muhammed’in emriyle kurulan İmam ve İmame Yetiştirme Enstitüsü büyük bir önem arz etmektedir.
Frankofon Afrika ülkelerinden gelen Afrikalı öğrencilerin de burslu olarak yararlanabildiği bu eğitim kurumunda Fas’ın resmî İslam anlayışı üzerine Afrikalı imamlar yetiştirilip daha sonra ülkelerinden dinî vazifeleri yürütmek amacıyla imamlar ülkelerine gönderilmektedir.
Fas’ın sufi tarikatlar özellikle de Ticariye Tarikatı üzerinden Senegal ve Batı Afrika’da diplomasisini geliştirme çabaları, Maliki-Sufi gelenek üzerinden daha geniş bir coğrafyaya yayılmaktadır.
Papa’nın Fas’ı ziyaretinde kral ile birlikte bu kuruma gitmesi ve bu ziyaret onuruna kurumda konser düzenlenmesi ise Fas’ın son dönemde geliştirmekte olduğu dinî politikayı aslında daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu konserin ana teması "üç tek tanrılı din arasında kardeşliği teşvik etmesi" olmuştur. Konser kapsamında, üç dini temsilen din görevlileri, kutsal ilahilerini beraber seslendirmişlerdir. Konser öncesinde Papa yaptığı açıklamada inanç özgürlüğü ve ibadet özgürlüğünün önemi üzerinde durmuştur. Ayrıca Fas Kralı’na bu konudaki gayretleri için teşekkür etmiştir.
Kral VI. Muhammed özellikle (2003) Kazablanka Saldırısı sonrası, "Modern İslam" üzerinde çok durmuş ve Fas’ın tüm dinlerin bir arada rahatça yaşayabileceği, ibadetlerini yapabileceği bir ülke olduğunu belirtmiştir. Bu konserin yapıldığı yer olan VI. Muhammed İmam Eğitim Enstitüsü, yapılan açıklamaları daha önemli bir hale getirmiştir. Konser sırasında Fas Kralı ve Papa’ya bu kurum ve kurumun bağlı olduğu Din İşleri Bakanlığı (Habous) hakkında bir sunum da yapılmıştır.
Ayrıca enstitüyü temsilen bir Fransız ve bir Nijeryalı tarafından birer konuşma gerçekleştirmiştir. Bu konuşmanın içeriği; dinlerarası eşitlik-kardeşlik ve dinî aşırılıkla mücadele etmek için hoşgörü ve "birlikte yaşamak" değerleri başlıkları olmuştur.
2015 yılında açılan enstitü, Senegalli, Fildişili, Nijeryalı, Gabonlu ve Fransız da dahil olmak üzere 1.300'den fazla Faslı ve yabancı öğrenciye ev sahipliği yapmaktadır. Enstitüye Nijer ve Tayland’dan da öğrencilerin katılması planlanmıştır. Burada eğitimlerini sürdüren öğrenciler, eğitimlerini tamamladıktan sonra kendi ülkelerinde imam olarak görevlerine devam edeceklerdir.
Fas’ın son yıllarda "dinlerarası diyalog" temalı bu çalışmaları, Afrika ve Avrupa’da önemli bir din diplomasisi yürütmesine yardımcı olmuştur.
Sonuç olarak Fas Krallığı, elinde bulundurduğu güç olan "Emîrü’l-Mü’minîn" vasfı üzerinden ülkesine has bir islamı, dinî kurumlar aracılığıyla güçlendirmiş ve büyük bir otorite aracı olarak kullanmıştır. Ayrıca geliştirmiş olduğu dinî söylem ile özellikte Batı Afrika’da ve Avrupa’da güçlü bir dinî diplomasi aracı elde etmiştir.
Kaynak: Mecra/Burak Yetimoğlu