1950’lerden günümüze dijitalleşme, en basit tabiriyle yazıların, resimlerin, videoların ve ses kayıtlarının bilgisayarlar tarafından işlenmek suretiyle dijital formata dönüştürülmesi demek. Günümüzde bilgilerin ve varlıkların ekseriyetle dijital platformlara aktarılmasıyla birlikte dijitalleşme hem azami hız kazandı hem de daha sistematik bir işleyişi haiz oldu. Bu bağlamda 21. yüzyıl sadece “Bilgi Çağı”, namı diğer “Enformasyon çağı” olarak adlandırılmakla kalmamış, aynı zamanda “Dijital Çağ”ın somut bir tezahürü olmuştur.
Aslında dijitalleşme çağının tarihi, bilgisayarların ve internetin hizmete girdiği 1960’lara ve 1970’lere dayanmaktadır. Her ne kadar 1951’de basit bir aritmetiği ve data işleme sistemi haiz ilk mesleki/ticari amaçlı bilgisayarların tanıtımı yapılmış olsa da internetin öncüsü olarak adlandırılan ARPANET ağının devreye girmesi 1969’da gerçekleşmiştir. Keza bugün yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen e-mailleşme’nin temeli ilk defa 1971’de gönderilen e-mail ile başlamıştır. Yine bugün dijital dünyanın en büyük endüstri kollarından birisini temsil eden oyun endüstrisinin temeli, 1972’de piyasaya sürülen oyun konsolu ile başlamıştır. Ancak esas kırılma noktası, 1980’lerde ev bilgisayarlarının kullanılmasıyla ve dahası 1990’larda internet kullanımının ve dijital araçların gelişmesini ve yaygınlaşmasını müteakip açığa çıkmıştır. 1981’de ilk laptop bilgisayarlar ortaya çıkmış, 1982’de ilk müzik CD’si ünlü müzik grubu ABBA tarafından yayınlanmış ve 1984’te de maliyeti 4 bin doları bulan ve dahası 10 saat boyunca şarj edildikten sonra ancak 30 dakika kullanılabilen ilk mobil telefonlar satışa sunulmuştur. Ayrıca 1980’lerin dijital hamlelerinden birisi olarak, 1988’de ancak 10 fotoğraf saklama kapasitesi bulunan ilk dijital fotoğraf makinesi geliştirilmiştir. Ancak 1980’lerin sonunda esas devrim gerçekleşmiş; o dönemde CERN’de çalışan Tim Berners Lee “World Wide Web”i (www) icat etmiştir. 1990’ların önemli dönemeçleri olarak; 1992’de CERN’in web (ağ) tarayıcı yazılımı halkın kullanımına açılmış, 1992’de çevirmeli (dial-up) internet ticari olarak hizmete sokulmuş, 1994’te arama, mail ve faks özellikleri bulunan ilk akıllı telefonun tanıtımı yapılmış, 1997’de ilk sosyal medya platformu (SixDegrees.com) ve 1999’da da bluetooth teknolojisi duyurulmuştur.
Dijitalleşme süreci, 2000’lerin başından itibaren imkan ve yetenek kazanımında hızlı bir ivme göstermiş ve böylece gerek günlük hayatlarımızı gerekse muhtelif endüstri kollarını topyekun bir şekilde etkisi altına almıştır. Buradaki temel faktörlerden birisi, 2000’de “geniş bant” (broadband) hizmetidir ki, bu sayede internet erişimi çok daha hızlanmıştır. Öte yandan 2003’te Skype, 2004’te Facebook, 2005’te Youtube, 2007’de Iphone, 2009’da 3D yazıcı, 2010’da Ipad, 2011’de bitcoin (kabul edilen ilk dijital para), 2012’de sürücüsüz araçların test edilmesi ve 2016’da virtual reality headset-Oculus Rift- (sanal gerçeklik kulaklığı) dijitalleşme sürecinde kırılma noktaları meydana getirmişlerdir.
Bu açıdan bakıldığında “siber yaşam alanları”nın yayılması, “akıllı sistemler”in kullanımı ve “sosyal medya platformları”nın çoğalması, dijitalleşme çağının oluşturduğu dönüşümde tetikleyici unsurlar olarak yer almışlardır. Bugün akıllı cep telefonları, akıllı evler, akıllı binalar, akıllı şehirler ve akıllı iletişim altyapıları olarak nitelediğimiz özellikler, gündelik hayatı kolaylaştırmanın ötesinde, “verimlilik”, “bağlantısallık”, “güvenlik”, “maliyet”, “hız”, “paylaşım”, “kurum kültürü”, “iş prensibi”, “kurumsal hafıza” ve “performans ölçümü” gibi birçok parametre üzerinden olumlu ve olumsuz yönleriyle hayatımızın her alanına tesir etmektedirler.
Örneğin 2000’lerde gerçekleşen devrim niteliğindeki hadise, akıllı telefonların yaygın şekilde kullanıma sokulması olmuştur ki, bilgisayarlar adeta cep telefonu boyutuna küçülmüş, iletişim ve bilgi paylaşımı kökten değişime uğramıştır. Öyle ki, akıllı cep telefonlarına yüklenen programlar çoklu görüşme ve anlık iletişim imkanı sunmakla kalmamış; ulaşım, bankacılık, ticaret, eğitim, devlet hizmetleri gibi birçok faaliyet, küçük ekranlar aracılığıyla icra edilmeye başlanmıştır. En basitinden Google Maps programının navigasyonu sayesinde istediğimiz ancak bilmediğimiz bir yere “gerçek zamanlı” gitme imkanımız olurken; online harita hizmeti ve uydu görüntüleriyle dünyanın herhangi bir ucundaki sokağı dijital olarak adım adım gezmemizi sağlayacak fırsata kavuşulmuştur. Keza müzik ve film endüstrisi, cep boyutundaki telefonlara yüklenirken, artık bulunduğun lokasyona göre taksi çağırma imkanı (örn. Uber) dijital platform aracılığıyla gerçekleşmiştir.
Henüz Yolun BaşındayızNe var ki şu ana kadar kaydedilen gelişmeler, dijitalleşme sürecinin henüz başlangıcı sayılabilir; bu bağlamda geleceğin dijital dönüşümü halen belirsiz ve öngörülemez bir yapıdadır. Örneğin “blok zincir” (blockchain) ve “dağıtık hesap defteri teknolojileri”nin (distributed ledger Technologies-DLT) gelecekte finansal sektörü tam olarak nasıl baş aşağı edeceğine dair fikir yürütmek oldukça zordur. Keza dijital teknolojilerin gelişim seyri ve pazarın akıbeti yeni aktörlerin katılımıyla değişmektedir. Şimdiden akıllı telefonlar ve programlar konusunda pazarı kapatma ve yeni paylar kapma konusunda hırslı ve kararlı olan üreticiler arasında çetin bir rekabet hatta daha ötesi bir savaş sürmekte. Bugün Çin ile ABD ve Avrupa arasında süregiden Huawei ve 5G, söz konusu savaşın en somut göstergelerinden birisi. Benzer şekilde, ‘güvenli iletişim kanalı’ mevzusu üzerinden cereyan eden tartışma Whatsapp’ın eski popülerliğini kaybetme ihtimaline işaret ederken; alternatif uygulamalar olarak Telegram ve Signal’in kullanıcı sayılarındaki artış, rekabetin dozajını sertleştirecek mahiyettedir.
Bu noktadan hareketle, dijitalleşme süreci olumlu bir perspektiften bakıldığında; özgürlük, şeffaflık, bilgi paylaşımın hızı, boyutu, niceliği ve niteliği, çoğulculuk, fikir alışverişi, mekansızlık, hedef kitleye kolay ve hızlı erişim, bilgilendirme, haber aktarımı, anlık etkileşim, günlük hayatı kolaylaştırma (bankacılık, eğitim, e devlet uygulamaları), her bir kullanıcının müstakil medya platformu işlevi görmesi gibi birçok imkan ve fırsatı bünyesinde barındırmaktadır. Buna mukabil dijitalleşmenin getirdiği risk skalası da son derece geniştir. Bu bağlamda sınırsızlık, mahremiyet, ötekileştirme, hukuki denetim, örgütlenme ve eyleme geçme, propaganda, manipülasyon, dezenformasyon, sansür, veri depolama ve güvenliği, İslam düşmanlığı, yabancı karşıtlığı, kişisel hakların ihlali, dolandırıcılık, siber zorbalık gibi birçok başlık altında risklerden bahsetmek mümkündür.
Mahremiyet İhlali ve Güvenlik SorunlarıÖrneğin özellikle Covid-19 gibi küresel sağlık krizi döneminde, bir kuruluştaki bir doktorun, hastanın daha önce farklı bir kuruluş tarafından işletilen bir klinikte gördüğü tıbbi tedavinin ayrıntılarını öğrenmek maksadıyla hastanın dijital kimliğini kullanıp tedavi yöntemi ve sağlık verilerine dair bilgi alabilmesinin bariz faydaları vardır. Ancak verileri dijital kimliklerle ilişkilendirmek, kaçınılmaz olarak gizlilik ve güvenlik sorunlarını da beraberinde getirmektedir ki, bu da mahremiyet ihlalinden, finansal kayıplara değin farklı mağduriyetlere yol açabilmektedir. Yine bir başka örnek olarak, mülteci kampına ilk defa giriş yapacak kişilerden göz iris tanıma sistemi ve parmak izi uygulamasıyla elde edilecek ve bulutta depolanacak olan biyometrik verilerin, etnik köken veya göçmenlik durumu gibi insani amaçlar dışında (hareketlerin, tüketici alışkanlıklarının ve mali durumun takibi, tutuklama veya girişin reddedilmesi gibi) kullanılması veya ele geçirilmesi de söz konusu olabilmektedir. Son bir örnek olarak akıllı telefonların ve sosyal medya platformlarının sunduğu sayısız avantaj ve dezavantaja dikkat çekilmelidir. Örneğin 15 Temmuz darbe girişimin yaşandığı gece, geleneksel medya aracı ve devlet televizyon kanalı olan TRT’ye yapılan baskın hatırlanacak olursa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın FaceTime uygulaması üzerinden vatandaşlara sesleniş konuşması yapması ve bunun özel bir kanalda yayınlanması, darbe girişiminin seyrini tamamen değiştirmiştir. Buna mukabil, sosyal medya platformu Twitter, Gezi Parkı olayları yahut Trump’ın yol açtığı 6 Ocak olayları esnasında söylem, propaganda, örgütlenme ve eylem açısından son derece kaotik bir süreci ateşlemek üzere devreye sokulmuştur.
Öte yandan, dijital dönüşüm sürecinin tüm hızıyla devam ederken; 2019 sonunda zuhur eden Covid-19 pandemisi ile daha da endişe verici bir yapıya büründüğünü söylemek mümkündür. Bu anlamda halihazırda devam eden pandemi dönemi, dijital dönüşümün en keskin virajlarından birisi olarak şimdiden tarihe not düşmüştür. Zira bireysel iş yaşamı, eğitim, ticaret, kurumsal faaliyetler, devlet liderlerinin görüşmeleri, devletler ve devlet dışı aktörler arasındaki müzakereler, uluslararası örgütlerin toplantıları, mahkemeler/duruşmalar, kültürel ve sanatsal faaliyetler, savaşlar (siber-uzay), insani yardımlar gibi kısaca yaşama dair birçok şey neredeyse tamamen dijital platformlara kaydırılmış durumdadır. Kuşkusuz, söz konusu yaşam alanlarının ve endüstrilerin hiçbirisi teknolojinin kesintiye uğramasına karşı “bağışıklık” kazanmış değildir. Bu minvalde yaşanabilecek kesintilerin ve tahriplerin, tüm sektörleri çok ciddi bir şekilde kesintiye uğratması ve onarılamaz maliyetler yüklemesi olasıdır. En basitinden alt yapı sistemlerine verilecek kısa süreli bir tahribat dahi, enerjiden sağlığa değin birçok sektörün yüksek meblağlarda zarar etmesiyle sonuçlanacaktır.
Alınması Gereken DerslerSonuç olarak, özellikle Covid-19 pandemisinden alınması gereken üç temel ders olduğunu söylememiz mümkündür. Birincisi; dijital dönüşümün beklenenden daha hızlı bir şekilde tüm endüstrilere ve alanlara sirayet ettiğidir. Bu nedenle bireyden bürokrasiye, kamudan özele değin her kesimin ve sektörün “dijital adaptasyon” ve “dijital esneklik” kabiliyetlerine yatırım yapması azami derecede önemlidir. Zira çalışma ortamının dijitalleşmesi ve ofis merkezli çalışmadan uzaktan çalışmaya geçiş süreci birçok kurum açısından (örneğin organizasyon uyumluluğu) oldukça sancılı olmuştur. İkincisi; Covid-19 pandemisi yüzünden standart çalışma modelinden uzak bir modele keskin bir geçişle uğraşmak zorunda kalınmıştır. Bu durum ise “erişim” ve “veri güvenliğinin” önemini gözler önüne sererken; “ekipman”, “alt yapı” ve “güvenlik” açısından yeterince hazırlıklı olunmadığını ortaya koymuştur. Bu minvalde bulut tabanlı çözümler gibi (güvenli veri iletimi, güvenli yazılım ara yüzleri ve API, güvenli veri depolama, güvenli veri yedekleme, felaket kurtarma merkezleri, kullanıcı erişimi vd. hususlar) muhtelif programlara öncelik verilmesi hayati önemdedir. Üçüncüsü; Covid-19 pandemisinin sona ermesini müteakip, yeni normal süreci tanımlayan tamamen dijitalleşen çalışma ortamından “eski düzene” nasıl geçileceğidir. Bu bağlamda hibrit çalışma modeli (görevlerin yeniden tanımlanması, yeni yönergelerin yayınlanması, karar alma sürecinin değişmesi vb.) gibi alternatif uygulamaların gündeme gelmesi söz konusudur.
Kaynak: Kriterdergi/Merve Seren