Bir işletim sisteminden öbürüne geçtiğinizde eskiye ait yazılarınız, belgeleriniz, verileriniz elinizin altında ama bunlar yeni işletim sisteminde ya hiç açılmaz veya yanlış, eksik ve kusurlu açılır. Siz eskiye ait elinizde ne kalmışsa beherini dünya gözüyle görmekte, dilediğinizde dokunabilmekte, hatta onları itinayla muhafaza etmektesiniz ama mahiyetine ulaşamamaktasınız. Mahiyetine ulaştığınızda da ancak eksik, yanlış ve kusurlu bir temas sağlayabilmektesiniz. Bugünden eski kültürümüze sarkmaya gayret ettiğimizde de aynen bu durum vaki: Aradan geçen zaman zarfında zihin ve his dünyamızda yaşadığımız depremlerin gafletini de sürdürdüğümüz için bu kusurlu teması; tam, mükemmel ve yeterli zannetmekteyiz.
Türkiye’deki insanların neredeyse hepsine göre bilgisayar demek, Windows demek. Utanç verici ama bu yanılgıyı ‘bilgisayarcı’ dediğimiz kişiler de paylaşmakta. Evet, sıradan bir ‘kargadan başka kuş tanımamak’ durumu bu. Hâlbuki bu en meşhur işletim sisteminin dışında macOS ile BSD ve Linux işletim sistemi aileleri var. Özellikle Linux çatısı altında yüzlerce farklı işletim sistemi mevcut.
Bitti mi? Hayır! macOS’un da arasında bulunduğu bir de Unix işletim sistemi ailesi var. Elbette öteki işletim sistemlerinin toplamı dahi kullanıcı sayısı bakımından Windows’un eline su dökemiyor. Burası doğru. Ama gene de bu durum, belki sıradan kullanıcıyı değil ama en azından işin erbabının ve intelijansiyanın, öbür işletim sistemlerini yoksaymasına mazeret teşkil etmemeli.
Meseleyi bilmeyenin kabullenmekte zorlandığı bir husus var: Olanca yaygınlığına rağmen Windows, dünyanın en kötü, en hantal ve en sorunlu işletim sistemi. Hele bundan 15-20 sene evveline kadar Windows ile rakipleri arasında devasa bir uçurum vardı.
Her ne kadar sıradan kullanıcılar Windows’u tercih etse de ciddi müesseseler, mühim meslek erbabı ve belli bir büyüklükteki şirketler, bu yetersizliği yüzünden hâlen daha Windows dışındaki işletim sistemleri tercih etmek mecburiyetinde.
İşletim Sistemi KeşmekeşiMatbuat âlemi de öyle. Sektöre bilgisayarın girişinden itibaren bu âlemde daima Macintosh bilgisayarların mutlak hakimiyeti geçerli. Dolayısıyla da işletim sistemi de System Software. Ve ardından da Mac OS, OS X ve nihayetinde macOS.
Şimdi değil ama bir vakitler şöyle bir sıkıntı çıkardı ortaya:
Yazar yazısını evinde Windows bilgisayarda ve Word programıyla yazıp da gazete veya dergiye disketiyle getirdiğinde yazısı Macintosh bilgisayarlarda düzgün açılmayabiliyordu. Özellikle Türkçe karakterler ve harflerin dışındaki simgeler düzgün görüntülenemezdi. Hatta bazen yazı, bütünüyle anlamsız işaretlerden ibaret bir hâle gelirdi. O metni düzeltmek, bazen yazmak kadar vakit alabilmekteydi.
Bazen de yazı hiç açılmazdı. Üstelik Windows’taki Word ile Macintosh’taki Word’ü aynı firma, Microsoft üretmekteydi.
Aynı firmanın elinden çıkma ama farklı işletim sistemleri üzerinde çalışan bir programın azizliği...
Sistem İçi DeğişiklikEğri oturup doğru konuşmak lâzım: O günkü Windows ile bugünkü arasında mağrip ile maşrık arasındakinden bile daha çok fark var. Başka bir ifadeyle Windows, Win7’den itibaren taklit ettiği Macintos’a nihayet yakınlaştı ve hakikaten de artık düzgün çalışan bir işletim sistemi hâline geldi. Windows 3.1’den Win7’ye geçen birinin bu devasa tekâmülden dudağı uçuklayabilir.
Fakat bu yazının meselesi, eski Windows’u kötülemek değil, şu:
Biz Cumhuriyet dönemi ile öncesini, en iyimser ifadesiyle, meselâ Windows 95’den Win10’a geçiş şeklinde anlıyor ve öyle değerlendiriyoruz. Eski ne fenaydı. Ama şimdi herşey cici... Ah bir de şu ‘kitleler’ bunu anlayabilse...100 yıllık Cumhuriyet maarifi de bizi bu palavraya ikna etmeyi başarmış durumda. Hâlbuki Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne geçiş, aynı işletim sistemi içerisinde kalarak bir üst versiyona geçişe değil, bir işletim sisteminden öbürüne geçişe benziyor. Eski işletim sisteminden yana olduğunu söyleyenlerin bile bunun farkına vardıkları şüpheli.
Sistem Değişikliğinin Neticeleriİyi ama bir işletim sisteminden öbürüne geçmek ne demek? En hafifinden, yukarıda misallendirmeye gayret ettiğim husus demek: Eskiye ait yazılarınız, belgeleriniz, verileriniz elinizin altında ama bunlar yeni işletim sisteminde ya hiç açılmaz veya yanlış, eksik ve kusurlu açılır. Siz eskiye ait elinizde ne kalmışsa beherini dünya gözüyle görmekte, dilediğinizde dokunabilmekte, hatta onları itinayla muhafaza etmektesiniz ama mahiyetine ulaşamamaktasınız. Mahiyetine ulaştığınızda da ancak eksik, yanlış ve kusurlu bir temas sağlayabilmektesiniz.
Bugünden eski kültürümüze sarkmaya gayret ettiğimizde de aynen bu durum vaki: Aradan geçen zaman zarfında zihin ve his dünyamızda yaşadığımız depremlerin gafletini de sürdürdüğümüz için bu kusurlu teması; tam, mükemmel ve yeterli zannetmekteyiz.
İşte bütün iyiniyetli gayretine rağmen Cumhuriyet dönemi Türk insanının Osmanlı ile hatta bütün klâsik kültürümüzle ilişkisi tam da böyle: Nasıl bir formatlama yaşadığını hesaba katmadan, klâsik kültürüyle düzgün bir temas kurmaya devam ettiğini zannetme yanılgısı. “İyi ama haydi diyelim küçük bir azınlık böyle bir yanılgıya düştü; yüz yıldır bir ülkenin onca zihnen tekâmül etmiş efradı bu vaziyeti nasıl farketmez?” diye sormakta haklısınız. Cevabı basit hâlbuki: Format esnasında bütün o eski kültür verilerini doğru anlama ve anlamlandırma hususiyetlerinin de silindiğini bilmiyoruz ki.
Lâtinize Etmek Ne İşe Yarar?Bir de şöyle bir husus var: “Ya ne var bunda bu kadar abartacak? Eski yazıyı okuyanlar o eserleri Lâtinize ediyor ve biz de okuyabiliyoruz işte.”
Cumhuriyet döneminde yaşadığımız bu devasa değişikliği Harf İnkılâbı üzerinden anlamaya çalıştığınızda bu itiraz bir zemin bulabilir ama zaten değişikliğin esasını Harf İnkılâbı değil, ‘Dil Devrimi’ teşkil etmiştir. Bunu bile henüz yeterince kavrayabilmiş sayılmayız.
Deyim yerindeyse Harf İnkılâbı, aynı işletim istemi içerisinde bir versiyondan öbürüne geçmeye benzerken Dil Devrimi, mevcut işletim sisteminden bir başkasına geçmeye benzer. Artık yeni işletim sisteminde eskiye dair ne varsa ya hiç çalışmaz veya ancak kısmen çalışır; o da eksik ve kusurlu bir şekilde.
İşte ilimde, sanatta, tefekkürde ve felsefe sahalarındaki dünya çapındaki sefaletimizin, bütün kültür meselelerindeki hâlimizin, 100 yıldır dere-tepe düz gitmemize rağmen bir arpa boyu yol alamamamızın müsebbibi bu husus.
Hâli pürmelâlimiz öylesine vahim ki herhangi bir edebi klâsik metni, meselâ 2-3 yüz sene evvel yazılmış bir risaleyi heceleyebildiğimizde veya Lâtinize ettiğimizde, o metni ortaya çıkaran zihni kavrayışı da, dünya görüşünü de, eşya ve hadiselere yüklenen mâna ve değer ölçüsünü de kuşandığımızı vehmedebiliyoruz. Bu şımarıklıkla da hiç utanmadan, sıkılmadan o metnin mevzuunda ileri-geri konuşmakta hiçbir beis görmemekteyiz.
İster hat olsun, ister ebru, ister müzik olsun ister mimari, ister edebiyat olsun, ister minyatür; klâsik kültürümüze dair herhangi bir eserle karşılaştığımızda, en iyi ihtimalle o eserde tanımadığımız unsurları yoksaydıktan sonra geride kalanlardan da kendimizce bir manâ tüttürmeye çalıştığımızı ne vakit idrak edeceğiz?
Kaynak: Gerçek Hayat