Soğuk Savaş Dönemi'nden sonra gündeme giren yeni dünya düzeni (New World Order) ile birlikte "Satanizm" ideolojisi siyasi bir fırtınaya dönüşmüştür. 'Münzel kitaba dayanan bütün dinlerin miadını doldurdukları ve çağdaş insanın kabul edebileceği yeni bir inanç sistemine ihtiyaç olduğunu' ileri süren satanist filozoflar, bütün siyasi ideolojileri etkileri altına almışlardır. Dünya siyasetini etkileyen satanizm fırtınası ile birlikte dikkate alınması gereken diğer bir unsur da dünya siyasetine yön veren Evanjelist haydutların siyasi projeleridir. Kendilerini 'Hıristiyan Siyonistler' olarak da isimlendiren grubun önde gelen liderlerinden birisi olan John Biden, geçtiğimiz ay ABD'de yapılan seçimlerde başkan seçilmiştir. Eski ABD Başkanı George W. Bush'un yıllarca süreceğini ifade ettiği 'Haçlı Savaşı', aynı zamanda İslâm'a karşı verilen yeni bir dünya savaşıdır. Amerika'da ve AB ülkelerinde yaygınlaşan 'İslâm Düşmanlığı' fesadı, bu savaşının zaruri bir sonucudur.
ILAHI tekliflerin muhatabı olan insanoğlunun; hem üstün meziyetleri, hem de garip zaafları vardır. Zaaflarından birisi; şeytanın telkinlerine kulak vermesi, dünyevi ihtirasa kapılması ve şehvetlerini tatmin için gayr-i meşrû yollara tevessül etmesidir. Şeytanın mükellefe, hevâsına uyması için yaptığı telkinler 'istihvâ' kavramıyla ifade edilmiştir. Şeytan ile insanın mücadelesi, elbette yeni bir hadise değildir. İbranice asıllı bir kelime olan 'Satan', rakip, düşman ve muhalif gibi manaları ifade eder. Tevrat'ta bu anlamda kullanılmıştır. (Sayılar: 22/22) Yeni Ahid'de ise, bu dünyanın reisi (Yuhanna: 16/11) ve gözle görünmeyen kuvvetlerin komutanı (Efesoslulara mektup: 2/2) gibi vasıflarla anılmıştır. Bazı kaynaklarda Allah'ın (cc) emrine isyan etmeden önceki isminin ilâhi kudret tarafından desteklenmiş anlamına gelen 'Azâzel' olduğu belirtilmektedir. Azâzel; Hz. Adem'e (as) ta'zim için secdeyi kabul etmediği andan itibaren "hayırdan ümidini kesmiş" anlamında İblis, Hz. Adem (as) ile Hz. Havva'yı cennetten çıkarmaya çalıştığı andan itibaren de 'Şeytan' adını almıştır. İslâmî ıstılahta; "Hevâsını ilâh edinerek Allah'ın (cc) emrini reddeden, ilahi rahmetten kovulan ve insanların amansız düşmanı olan varlığa şeytan denilir" şeklinde tarif edilmiştir. İnsanın şeytana uyması, hevâsını ilâh edinmesi, adâleti hafife alması ve batıl olan ideolojileri birini savunması şeklinde tezahür eder.
Değişik ideolojileri savunan ve farklı inançlara sahip olan insanların dünya görüşleri ve velâyet (dostluk) ve beraet (düşmanlık) tercihleri birbirinden farklıdır. Kur'ân-ı Kerim'de; "Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan (zûlûmattan) nura çıkarır. Küfredenlerin velisi ise tağuttur. O da kendilerini nurdan (ayırıp) zûlumata çıkarır. Onlar cehennemin arkadaşlarıdırlar. Onlar orada bir daha çıkmamak üzere ebedi kalıcıdırlar"(El Bakara Sûresi: 257) hükmünün beyan buyurulduğu malûmdur. Bazı müfessirler, bu âyette yer alan nûr ile zûlumat kelimelerinden kasdın iman ve küfür olduğunda ittifak etmişlerdir. Müfessir İbn-i Kesir, önemli bir inceliğe işaret etmiş ve şu tesbitte bulunmuştur: "Allah (cc) bu ayette nuru tekil, zûlûmatı ise çoğul olarak zikretmiştir. Şüphesiz ki hak (nur) tektir. Küfrün çeşitleri ise çoktur. Hepsi de batıldır."(1) İmam İbn-i Akil; "Tarih boyunca bazı insanlara ilahi teklifler ağır geldiği için; önce tuğyan ederek Allah'ın indirdiği hükümlerden yüz çevirmişler, sonra hevâlarından kaynaklanan inançları/ideolojilerini takdis etmeye başlamışlardır. Bu onlara çok kolay gelmiştir"(2) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. Günümüzde tedavülde olan bütün resmi ideolojiler ve o ideolojilere iman eden modern-ulus devletlerin liderleri, yeryüzündeki fitne ve fesadın 'belirleyici unsuru' haline gelmişlerdir. Bu tespitten sonra bütün dünyayı etkisi altına alan Satanizm fırtınasının keyfiyetine geçebiliriz.
Satanizm İdelojisinin Estirdiği Siyasi Fırtına
Soğuk Savaş Dönemi'nden sonra gündeme giren yeni dünya düzeni (New World Order) ile birlikte "Satanizm" ideolojisi siyasi bir fırtınaya dönüşmüştür. 'Münzel kitaba dayanan bütün dinlerin miadını doldurdukları ve çağdaş insanın kabul edebileceği yeni bir inanç sistemine ihtiyaç olduğunu' ileri süren satanist filozoflar, bütün siyasi ideolojileri etkileri altına almışlardır. Geçtiğimiz yıllarda ABD vatandaşı Sandor Anton Lavey'in, San Fransisco'da Şeytan Kilisesi'nin açılışını yaptığı malûmdur. Satanizmi örgütleyen Sandor Anton Lavey'in kaleme aldığı "The: Satanik Bible' (Satanik İncil)" ve "Seven Gate' (Şeytanın Ayetleri)" isimli kitaplar piyasaya sürülmüştür. New Age hareketlerini destekleyen İlluminati Çetesi, Sandor Anton Lavey'in tezlerini savunan 'Üçüncü Dalga Projesi'ni ön plâna çıkarmıştır. Üçüncü dalga teorisini savunan Alvin ve Heidi Toffler'in kaleme aldığı "Yeni Bir Medeniyet Yaratmak" isimli eserde; 'Allah'a inanmanın, herhangi bir peygamberi rehber edinmenin ve vatanseverlik gibi duygulara kapılmanın, zaman içerisinde insanın vahşileşmesine ve mantıksız baskılara ma'ruz kalmalarına sebeb olduğu' tezi ileri sürülmüştür.(Sh:374 vd) Kendisini "The Beast-666" şifresiyle tanıtan ünlü İngiliz satanist Aleister Crovvley'in; gerçek bir satanistin mutlaka uyması gereken kuralı, "Keyfin neyi istiyorsa, mutlaka onu yapmalısın" şeklinde ifade ettiğini de unutmamak gerekir. İnsanın şeytana teslim olmasını esas alan Satanizm; başta kendilerini şeytanın (juzifer'in) çocukları ilân eden Illuminati Çetesi olmak üzere, bütün cahili sermaye sahipleri tarafından takdis edilen bir 'Çağdaş İdeoloji' haline getirilmiştir.
Satanizm fırtınası; sadece kapitalizm, liberalizm, sosyal demokrasi ve sosyalizm gibi iktisadi tercihleri etkisi altına almakla kalmamış, bütün siyasi düşüncelere ve tercihlere yeni bir keyfiyet kazandırmıştır. İnsanın dışında, insanı aşan herhangi bir hakikatın olmadığını esas alan ve şeytanın telkinleriyle şekillenen siyasi rejimlerde; silâha, servete ve iktidara sahip olan çevreler, egemenlik ihtiraslarını tatmin için her türlü fesadı ön plâna çıkarmaya başlamışlardır. Yeni dünya düzeni (New World Order) ile birlikte bütün dünyada, sosyal şizofreni ve depresyon gibi ruhi hastalıklar hızla yayılmıştır. Sosyal şizofreni hastalığına tutulan kimselerin, diğer insanları kendisi için potansiyel tehlike olarak gördükleri malûmdur. Satanizm fırtınasının tabii sonucu olarak 'Profan Kültür' yayılmış ve insanlara modern sivil dinin iman esasları dayatılmıştır.
Bütün modern-ulus devletlerin; aydınlanma felsefesine göre sınırlarını tesbit ettikleri, satanizmi esas alan sivil din projeleri vardır. Türkiye'de hayata geçirilen modern-sivil din anlayışında, Aydınlanma Felsefesi'nin ve Fransa'da uygulanan Lâisizm (lâikçilik) tatbikatının belirleyici olduğunu söylemek mümkündür.. Eski Yargıtay Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk "Laiklik felsefesi ile laikçilik tatbikatı arasındaki çelişkiyi" ortaya koymuş ve şu tespitte bulunmuştur: "Fransa'yı örnek alan Türkiye; din-devlet ilişkisi açısından, Fransa'nın yaşadığı hastalıklardan bir türlü kurtulamamanın sıkıntısını çekmektedir. Lâiklik, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yumuşak karnı olmayı sürdürmektedir. (...) Türkiye Cumhuriyeti egemenliğin kaynağı açısından laik, devlet örgütlenmesi açısından teokratik, dini yönlendirme açısından laikçi bir devlettir."(3)
Türkiye'de yazılı mevzuatla korunan sivil din anlayışının temel hedefi, İslâmî cemâat yapısının ortadan kaldırılması, yerine parti, dernek ve sivil toplum türü kuruluşların ikame edilmesidir. Sadece Lozan'da dini azınlık kabul edilen Gayr-i Müslim vatandaşların 'cemaat kurma ve cemaat liderlerini belirleme' hakkı tanınmıştır. Cumhuriyeti kuran kadrolar 'Aydın Din Adamı' yetiştirmek ve uygar insana yakışan bir akıl dinini ortaya çıkarmak için bütün imkânlarını seferber etmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin hukuk sistemine (İslâm Fıkhı'na) göre teşekkül eden bütün vakıflara el konulmuş, ibâdet mekânları (cami, mescid vs.) 'Devlet Dairesi', orada görev yapan kimseler de 'Devlet Memuru' haline getirilmiştir. Bazı Osmanlı Aydınları'nın 'Beşeriyete İbadet Mezhebi' adını verdikleri hümanizm ideolojisi; sadece insanları sevmeyi değil, aynı zamanda insanın ilâhlığını esas alan siyaset anlayışını gündeme getirmiştir. Aydınlanma Felsefesi'ne göre dizayn edilen siyasi proje; din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, dinin devlet tarafından denetlenmesini ve yönlendirilmesini esas almıştır.
Dünya siyasetini etkileyen satanizm fırtınası ile birlikte dikkate alınması gereken diğer bir unsur da Amerika'yı etkisi altına alan ve dünya siyasetine yön veren Evanjelist papazların siyasi projeleridir. Kendilerini 'Hıristiyan Siyonistler' olarak da isimlendiren grubun önde gelen liderlerinden birisi olan John Biden, geçtiğimiz ay ABD'de yapılan seçimlerde başkan seçilmiştir.
Evanjelist Papazların Tuzakları
Evanjelizm, Protestan Hristiyanlığın yorumu olarak öne çıkan, kelime anlamı itibariyle 'müjde, iyi haber' anlamlarına gelen ve İncil'in (Eski ve Yeni Ahit) siyasi anlamda merkeze alınmasını esas alan bir ideolojidir. Bu ideolojiyi savunanlar kendilerinin, Hz. İsa'nın 'İkinci Kez Dünyaya Gelişini' hazırlamakla görevli oldukları kanaatindedirler. Siyasi coğrafya olarak ABD'nin güneyinde veya bilinen ismiyle İncil Kuşağı'nda (The Bible Belt) yoğunlaşmışlardır. Bundan on yedi yıl önce Misak Dergisi'nde yayınlanan 'Evanjelist Misyonerlerin Hedefleri ve Yeni Sloganları' başlıklı haber-yorumda, muhtemel tehlikelere dikkat çekmiş ve şu tesbitte bulunmuştuk:
"Amerikan halkının büyük çoğunluğu protestan ve onlar arasında en büyük grubu Evanjelikler teşkil etmektedirler. Evanjelizm protestanlığın doğduğu Almanya ile sonradan etkisi altına aldığı Anglo-sakson dünyasında farklı özelliklere haiz olan bir ideolojidir. Evanjelikler arasında 'Hıristiyan Siyonistler' olarak da adlandırılan bir gruba göre; Kudüs'ün doksan kilometre kuzey batısında bulunan Mogiddo Ovası'nda yapılacak 'Armegaddon Savaşı'na hazırlanmak her Hıristiyan'ın kutsal vazifesidir. Kendilerine 'New Chirstian Right' adını veren Evanjelik Dispensasyonalistler, 'Armegaddon'nun nükleer bir savaş olacağı tezini ortaya atmışlardır. O tarihten itibaren; İsrail'in nükleer silahlara sahip olması için, ellerinden gelen gayreti sarfettikleri bilinmektedir. Protestan/Evanjelik mezhebine mensup olan George W. Bush'un; bazı incillerde geçen 'Şer üçgeni' tabirini ısrarla kullanması ve yeni bir Haçlı Seferini başlattığını iddia etmesi, ABD'nin Ortadoğu politikasını tesbit açısından önemlidir. Geçtiğimiz Mayıs ayı içerisinde Washington'da düzenlenen 'İnançlar Arası Siyonist Liderlik Zirvesi'ne Evanjelik kiliselere bağlı Radyo ve TV temsilcileri ve eğitim programlarını aynı ideale göre şekillendiren okulların yöneticileri katılmışlardır. Bugün ABD'nin en yaygın siyasi blokunu oluşturan Evanjelik Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın ikinci gelişinin İsrail'in siyasi coğrafyasına bağlı olduğuna inanmaktadırlar. İslâm ülkelerinde faaliyet gösteren misyonerlerin sayısı 1982-2001 döneminde ikiye katlanarak on beş binden, yirmi yedi bine çıkarken, 2001 sonrasıyla ilgili istatistik olmasa da, 11 Eylül Terör Hadisesi'nin bu sürece ivme kazandırdığı bilinmektedir.(..) Bush'un en gözde evanjelik rahibi Franklin Graham, İslâm'a 'şer/kötülük dini' demesiyle tanınan bir rahiptir. Mart ayında ABD askerleri Irak'a yığıldığında, New York'ta Evanjelik gençlere yönelik seminerde önce kendini müslüman olarak tanıtıp, sonra kimliğini açıklayan bir misyoner kadın şu telkinlerde bulunmuştur: 'İsa yaşıyor, Muhammed ise öldü.' Size tavsiyem şudur:' İsrail konusunda kimseyle tartışmaya girmeyin.' ABD Adalet Bakanı John Ashcroft'tan alıntı yaparak 'İslâm Tanrı'nın sizden oğlunuzu kendisi için ölüme göndermesini isteyen bir dindir. Oysa Hıristiyanlıkta Tanrı oğlunu sizin için ölmeye gönderir'. İslâm teröristtir, müslümanlar da kurban. İsa yaşıyor, İslâm öldü."(4)
Geçtiğimiz yüzyılda Osmanlı topraklarında yüzlerce okul açan Evanjelik misyonerler, Doğu Anadolu'da Ermeni terör örgütlerini (Taşnak, Hınçak vs.) silahlandırmayı da ihmal etmemişlerdir. Son yıllarda PKK terör örgütü'nü maddi ve manevi açıdan desteklediklerini de söylemek mümkündür. Dolayısıyle Türkiye'de bulunan bütün Evanjelik Kiliselerin kapatılması ve mensuplarının sınır dışı edilmesi (Lozan'da tanınan azınlıklardan olmadıkları için) elzemdir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı kararları veto etme hakkı bulunan devletlerin; son bir asırdır, İslâm coğrafyasını kendi hegemonya alanı hâline getirebilmek için birbirleriyle yarıştıkları malûmdur. Fesadın yayılmasını arzu eden emperyalist devletler; tarihin her döneminde hem kendilerini, hem de diğer insanları felâkete sürüklemişlerdir. Önce Afganistan'ı, sonra Irak'ı işgal eden Anglo-Sakson sürülerinin uluslararası hukuku ortadan kaldırdıkları; kadın, ihtiyar ve çocuk ayırımı yapmadan masum insanları öldürdükleri malûmdur. Sadece Irak ve Suriye'de öldürülen masum sivillerin sayısı iki milyonun üzerindedir. Bazı Modern-Ulus devletlerin kısa sürede istikrarsızlaşarak çökmesi ve ortaya çıkan otorite boşluğunun sayısız silahlı örgütler tarafından doldurulması, hem siyasi kaosa, hem de vekâlet savaşlarına zemin hazırlamıştır. Eski ABD Başkanı George W. Bush'un yıllarca süreceğini ifade ettiği 'Haçlı Savaşı', aynı zamanda İslâm'a karşı verilen yeni bir dünya savaşıdır. Amerika'da ve AB ülkelerinde yaygınlaşan 'İslâm Düşmanlığı' fesadı, bu savaşının zaruri bir sonucudur.
_______
(1) İbn-i Kesir-Tefsirû'l Kur'ân'il Aziym-Beyrut: 1969 C: 1 Sh: 312
(2) İmam-ı Kurtubî -El-Câmiu li Ahkâmi'l- Kur'ân-Kahire: 1967.C:10 Sh:392
(3) Yargıtay Başkanlığı/ Adli Yıl Açılış Konuşması (1999-2000) Sh: 43 vd.
(4) Geniş bilgi için/ Misak Dergisi-Eylül:2003 Sayı:154 Sh:12-13)