“Ve onların arasında nasılsa kalmış olan beyaz bir kasımpatı, buraları örten siyah perdenin üzerinde geçmişi görmek için bırakılmış bir delik gibiydi.”
Kasımpatıların hikâyesiydi bizimkisi. Sonbahardan kışa değin süren. Açan, solan, renklendiren, çevresine muhteşem güzelliğinden esintiler sunan… Papatyagiller familyasından, sıcacık gülümseyen pembemsi bir gelecek tasavvuruna… Pespembe demek güzellik demek, sıcak esintilerin zihinde birbirini kovalaması, daima sıcak bir şekerleme tadının zihinde daim olması demek. Sevmek de bu ya, birini sevmek, geçmişini sevmek gibi, bağlanmak, inanmak, geleceğine de yansıtmak…
Bir sonbahardı. Mevsimsel güzelliğin, haritamızdan çekilmeye yüz tuttuğu bir iklimi yaşıyorduk. İklimin farkında değildik önceleri. Çünkü bir detaydan, görünür bir mevcuttan habersizdik. Hani gözünün önündeki gözlüğü göremezsin ya, öyle bir şey. İklimi bize hatırlatan detaylardır. Bazıları o detayları sanırım hiç bulamıyor. Bulanlar ise pek şanslılar. Detaylar gerçeğin ipuçlarıysa, detayları fark ettirenler de, önemlilerdir çokça. Böyle bir anlam taşıyordu işte kasımpatı benim için, ona da öyle diyordum, “Kasımpatım.”
Bu çiçeği öğrendiğimde şaşırmıştım, “Kasımpatı da nedir,” diye düşündüm ilk önce. “Kasımpatı” hiçbir şey çağrıştırmıyordu zihnimde. Satırlarda geçtiği yere ve çağrıştırdığı anlama bakılırsa pek de mühimdi. Üstelik o çiçeği oraya geçmişe doğru bir kapı olarak nakşeden, önemli bir şahsiyetti. O satırlar anlamsız olamazdı “Ve onların arasında nasılsa kalmış olan beyaz bir kasımpatı, buraları örten siyah perdenin üzerinde geçmişi görmek için bırakılmış bir delik gibiydi,” Geçmişi görmek için bırakılmış bir delik gibi… Geçmiş, sadece güzellikler eşliğinde, güzellikle bakılarak görülebiliyor. Öyle bir anıydı benim “kasımpatı” hikâyem de, geçmişte kalacağına inanmak zorunda kaldığım, ama beni şaşırtarak yenilenen ve silkeleyen bir muştu gibi, kalan, kalmayı seçen ve beni de hayatta barındıran. Kasımpatımı, geçmişimi görmek için bırakılmış bir delikten bakar gibi seviyorum…
Bir Kasımpatı’nın sessizce mevsimden çekilişi gibi onu kaybettiğimi hissediyordum. Hiçbir şey olmamış gibi, diğer sonbaharda yine zuhur edişi gibi. Benim Kasımpatı’m da var olup, yok oluyor, bir geliyor, bir gidiyordu. Mevsimler birbirini kovalarken ben de bunun tabiiliğine alıştım sanırım, çaresizce. Onu beklemekle mükellef bir durak mesabesince. Biliyordum, gelme ihtimali olduğu gibi, gitme ihtimali de vardı. Bize düşen, belli aralıklarla hatırlamak, belli aralıklar kapsamında “mutlu kalmak”tı. Öyle yapmaya gayret ederek sürdürdüm hayatımı, ta ki, kasımpatımın üzerine, çöken sonsuz kışın habercisi bir serinliğe kadar. Öyle bir serinlik ki, bitmemecesine gelmişçesine… Öyle sanıyordum, sonuncusu işte böylesine yakmıştı canımı ve umutsuzluğa hapsolmuştum, güneşim solmuştu, doğmayacaktı da, günler böyle geçiyor, ben yerimde sayıyordum…
Mutluyduk birlikteyken. Bana beni sevdiğini terennüm ediyordu çokça, öyle hoş bir şekilde yapıyordu ki bunu, sonbahırımı ilkbahara, kışımı yaza çeviriyordu. Bebeksi bir mükemmelliği, çocuksu bir şımarıklığı, mevsimsel bir seyyahlığı vardı. Onun yanında birçok şeyden habersizce, birçok şeyin mutlu ve yolunda gittiğini düşünüyordum. Çünkü benim dünyam, yanında bulunduğum bir kasımpatının güzelliğinden yansıyordu gözlerime ve bu sebepten her şey rengarenk, her şey güzel kokulu ve her şey heyecan doluydu benim için. Kasımpatıma böyle bir iklimde sarılmanın vermiş olduğu gururu yaşıyordum, sarılmak devrimdi benim için, tüm ilkelerim de böylelikle devrilmiş oluyordu. Bir mevsimin geçişine kadar, kokusunu daha yakından alabileceğim çiçeğime, bir hastanın cihazına bağlanması gibi hakikatle ve ciddiyetle sarılıyordum. Sarıldığım vakit, bulunduğum mekândan terk oluyor, oval bir biçimde yeryüzünü çevirmiş, muhteşem kokuların tatlı birer esinti halini aldığı çok hoş bir bahçede, güzellikleri temaşaya dalmış hissediyordum kendimi. Sonra kış oldu işte. Ansızın, mevsimlerin acımasızlığı gibi, gelmişti, gitmişti, gelmişti ve yine gidiyordu. Nereden bilebilirdim? İzin vermemem gerektiğini ki? Kahrolmaya başlamıştım bile, eriyordum, ama bilemiyordum…Tek gerçek vardı, bir daha gelmeyeceğini hissediyordum, bir daha iflah olmayacağını bilen hasta gibi.
İlginç bir rüya, bazen sizi, dipsiz bir kuyudan çıkarmasını biliyordu. Böyle bir vakitte gördüğüm rüya uyurken yakalandığım bir hastalığa işaret etti. Çiçek koparırken buldum kendimi, bilmediğim bir zamanda, tayin edemediğim bir mekânda. Bunlar da kasımpatıydı, çok güzellerdi ve rengarenklerdi. Düzenli bir şekilde toplayıp sarıp sarmaladıktan sonra, ilk başta çantama koymayı düşündüm. Ezilebileceğini düşünerek vaz geçtim. Nasılsa daha sonra cebime koymaya karar verdim. -ezilebileceğini bu sefer düşünememiştim- Düştüm yola, kendi çevresini, kendi çehresiyle güzelleştiren kasımpatılarını, kokusuyla beni yollara düşüren, her daim olmazsa olmazlığını bana hatırlatan kasımpatıma vermek üzere. Bu bir umut devrimiydi benim için, duyuyordum, hissediyordum, ama gerçekliğe vurduramıyordum bu hislerimi. Sevincimi haykıracak bir soluk dilendim sadece, uyanmaktan çokça korkarak.
Uyandım, uyandığımda yanı başımdaydı, etrafım kasımpatı çiçekleriyle doluydu, rengarenkti, sıcacık ve mis gibi kokuyordu. Uyandığımı anlayamadım, rüyadan daha farklı bir rüyaya uyandığımı düşündüm, “Hayır” dedi, çimdikledi beni. Bir kez daha uyandım, “Artık uyuma” dedi. Uyumayacağımı söyledim. Mevsimi sordum, söylemedi. Pencereyi araladım, ilkbahardı. “Nasıl olabilir ki” diye sordum. “Artık” dedi, “Artık, her mevsim, her iklim yanı başındayım,” inanmadım tabi, ama ilkbahardı. İlkbahardı ve kasımpatım solup gitmemiş, beni terk etmemişti. Hayal kırıklıkları uçmuş, yerini umuda bırakmıştı. Hayatın akışını düşündüm, sürprizlerle dolu olan bu yolculuğun kıvrımlarını düşündüm, defalarca git-gellerle yaşadığımız vakitte umutsuzluk hakim olabiliyor, ama güzellik ansızın gelip yanında bitebiliyor. Şükrettim, şükretmekten başka çıkar yol bulamadım, kelimeler her zamanki gibi kifayetsiz kaldı, eşsiz kokular, güzellikler arasındayken kelimeleri yormak yersiz, etrafım kasımpatı çiçekleriyle çevriliydi ve her biri de taze ve canlıydı. Ve ben, umuda doğru güzel kokular eşliğinde yürüyordum. Sabahattin Ali’nin dediği gibi, kasımpatıma geçmişe nazar edebileceğim bir güzellik gibi hassasiyet gösteriyor, her gördüğümde de mutlulukla doluyordum.