-->
Mevzu TV | Mevzu sadece haber değildir.
2021-02-22 01:20:34

Problemli Aile Yoktur, Problemle Baş Edemeyen Aile Vardır

Burhanetdin ÇELİK

22 Şubat 2021, 01:20

Çalışmalarımın ve danışmanlıklarımın büyük çoğunluğunu aile ve çift terapisi oluştursa da bireysel görüşmelerimde “bilişsel davranışçı terapi” modelinin ilkelerine ve tekniklerine bağlı kalarak, obsesif kompulsif bozukluk, ansiyete bozuklukları, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, sosyal fobi, alkol ve maddenin kötüye kullanımı gibi birçok problemlere sahip olan danışanlarımla çalışıyorum. Salgın Hastalık sebebi ile şimdilerde danışanlarımla uzaktan görüşsem de maske, mesafe ve temizlik kurallarına uygun olarak yüz yüze danışan aldığım da oluyor bu süreçte.

Salgın Hastalığın da baş göstermesi ile birlikte toplumda bireylerin psikolojik sağlamlıklarının azaldığını gözlemlemekteyim. Ayrıca bu süreçte birçok insanda, pusuda yatan semptomların tetiklendiğini, açığa çıktığını ve baş edilmesi gereken bir sorun olarak gün yüzüne çıktığını deneyimliyorum.

Bireysel görüşmelerin çift görüşmelerinden tamamen farklı olduğunu ve farklı yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu öncelikle hatırlatmak isterim. Bu farklılığın birçok sebebi olsa da temel nedeninin yaşanılan sorunların bireysel semptomlardan değil, daha çok ilişkisel semptomlardan kaynaklandığı düşüncesini taşımaktayım.

Aile danışmanlığı için randevu isteyen çiftlerin yaşadıkları problemleri isimlendirdiklerinde başlık olarak problemlerin benzer olduğunu görüyorum. Ailelerin yaşadıkları problem alanları genelde; aile alt sistemleri arasındaki çatışmalar, aldatma, bağımlılıklar, sınır problemleri, kök ailelerin baskısı, sorunluluklarını yerine getirmeme, iletişim hataları, ebeveyn-çocuk ilişkisi, anlaşılmama ya da cinsel sorunlar gibi sayfalarca sıralayabiliriz… bu ve buna benzer problemle danışma sürecine başladığımız çiftlerde sorunun ismi her ne kadar aynı olursa olsun, bizler her ailenin ve bireyin biricik olduğunu, dolayısıyla her problemin de aileye ya da bireye özgü olduğu ilkesiyle yaklaşmak zorundayız.

Şimdi, şöyle arkamıza yaslanıp iki tür aile düşünelim. Dışarıdan baktığınızda çevrenizde, ideal ve mutlu aile tablosu çizen aileleri zihninizde bi’ canlandırın. Akşam işten gelen babanın kapısı açılıyor, çocuklar sevinçle babasının kucağına zıplıyor. Her hafta sonu farklı bir etkinlikleri var. Aman Allah’ım, kadın ne kadar anlayışlı, bu ailenin ekonomik olarak hiç problemi de yok. Adam ailesine ve sorumluluklarına çok sadık, aile bireyleri ev işlerini nasıl da paylaşmış aralarında, çocukları da öyle terbiyeli, öyle uyumlu ki, büyük oğlan da tıp fakültesinde okuyor. Tam bir ideal aile… Bir de çeşitli sorunlarla mücadele ederken, evdeki mutsuzluklarını, stresleriyle, öfkeyle, surat asıklığıyla, bağırış çağırışlarıyla yaşadıklarını dört duvarın dışına sızdıran, diğer ailelere göre, görece mutsuz bir aile tipi canlandırın gözünüzde. Muhtemelen bu iki ailenin çocukları da aynı süreçleri yaşadı. Doğdu, çocuk oldu, okula gitti, ergen oldu... çocukların gelişimlerinde, muhtemelen her bir basamakta iki aile de problemlerle karşılaştı, nasıl oluyor da ilk aile bu problemi aşarken, ikinci aile bu problemlerin altında boğulabiliyor?

Cevap basit; problemsiz aile yoktur, problemle baş etme becerisi düşük aileler vardır. Birey, aile, toplum, şirketler ya da ülkeler… Hayat devam ettikçe bütün canlıların ya da sistemlerin problemle karşılaşmaları gayet tabiidir. İncecik gövdeye sahip bir bitki bile kendi doğru stratejisi ile dev gibi kayaları delip, güneşe ulaşıyor, yaşamını devam ettirebiliyor. Ağaçların kökleri suya doğru giderken engelle karşılaştığı zaman farklı yollardan gidebiliyor. Ama bazen bireyler karşılaştıkları sorunlara karşı çözüm yolu üretemeyebiliyor. Bazen çözüm üretip, ilk denememizde başarısız olunca geri çekilebiliyoruz. Bazen de birçok çözüm yolu üretiyoruz ama adım atacak motivasyonu kendimizde bulamıyoruz. Dolayısıyla aileler ya da bireyler sorun çözme mekanizmalarını geliştirdikçe problemlerin üstesinden gelebildiğini görüyoruz.

Peki, sorunları çözmede ya da baş etme stratejilerinde aksaklık varsa nereye bakmalıyız? Bu sorunun onlarca cevabı olabilir. Ancak değinmek istediğim bir husus var. Muhtemelen anneniz, kendi annesinden bir yara taşıyordu ve kendisinin alamadığı bir şeyi size veremedi. Onun annelik becerileri anne-babasından alamadığı, göremediği şeyler nedeniyle kısıtlıydı.

Sadece anne ile ilgili değil tabii ki, bir çocuğun üç tane ebeveyni olduğunu vurgulamak istiyorum; annesi, babası ve anne-baba arasındaki ilişki. Aslında anne baba arasındaki ilişki ne kadar sağlıklıysa çocuğun sağlığının da bununla paralellik gösterdiğini gözlemliyoruz. Anne babanın, baba da annenin yüzünü ne kadar güldürebiliyorsa çocukların da yüzü o derecede gülüyor ailede.

Yaşamımızda öyle güzel bir sistem ve denge kurulmuş ki. Anne sütünün, çocuğun psikolojik ve bedensel gelişiminde ne kadar faydalı ve etkili olduğunu hepimiz biliriz. Anne sütü o kadar mucizevi bir şeydir ki aynı zamanda ağrı kesici özelliği bile vardır. Gece annenin sütünden uyku hormonu salgılanır ki uyusun çocuk. Faydalarını saymakla bitiremeyiz. Ama birçok görüşe göre, annenin yüzü gülmüyorsa o sütü vermemesi gerektiği söyleniyor. Çünkü çocuğun açlık hissini geçirmekten başka hiçbir faydası olmayacağı görüşü var… Hatta annenin yüzü gülmüyorsa, bazı hormonların salgılanmamasından dolayı çocuk açlık hissini bile tam manasıyla geçiremediği iddiası var. Lohusalık zamanında, annenin desteğe en çok ihtiyacı olduğu, o psikolojik buhranların yaşandığı zamanda baba, annenin yüzünü güldürmek, onu mutlu etmek zorunda. Çünkü bu çocuğun psikolojik sağlamlığı için oldukça önemli bir davranış.

Evet, yaşadığımız müddetçe birçok problemle karşılaşacağız. Ailemizde, kendi içimizde ya da çalışma hayatımızda… bu problemlerle mücadele ederken, motivasyon kaynağımız neler, nasıl baş ediyoruz, stratejilerimiz daha önce denenmiş mi, bu yolda kiminle yürümeliyim gibi sorular sorabilirsiniz kendinize. Kiminle yol yürüyeceğiniz, ailenizi kendinize nasıl motivasyon kaynağı haline getireceğiniz tamamen size bağlı. Bu konuyla bağlantılı olarak, daha önce izlediğim ama ismini unuttuğum bir filmde geçen sözlerle bitirmek istiyorum yazıyı;

“Bir savaş alanında kiminle olmayı tercih ederdin? Daha önce sıkıntılı bir durum yaşamış ve kendisini nasıl koruyacağını bilen biriyle mi veya daha önce hiçbir şey için savaşmamış biriyle mi?”

Yorumlar (1)

Sevcan 4 Yıl Önce

Daha önce kebmdıbı korumuş kişi o anda sadece kendısını savunur korur hiç tecrubesı olmayan bırıyle bırlıkte bırbırımı korumanın yolunu bulabılırz

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.