İstanbul Sözleşmesi nedir? Türkiye bu sözleşmeyi ne zaman imzaladı? İstanbul Sözleşmesinin olumsuz yönleri neler? Bu sözleşme neden iptal edilmeli?
11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan ve sözde “Kadına şiddeti engellemeye yönelik” olan İstanbul Sözleşmesi’ni 46 ülke imzaladı. Bu ülkelerden ilk imzalayan ve kayıtsız şartsız onaylayan ülke ise Türkiye’ydi. Peki, bu imza büyük bir yanlış mıydı? Türkiye Kadına şiddeti engellemeye yönelik attığı imzada aslında neleri kabul etti?
Türk kültür ve geleneklerini alenen suiistimal eden bu sözleşme “Kadına Şiddeti Engelleme” adı altında kültür yozlaşmasına yol açan bir kabul sürecini beraberinde getirdi. Çoğu gelişmiş ülke ya bazı maddeleri kabul etmedi, ya imzayı atıp sözleşmeyi onaylamadı, ya da gözlemci ülke statüsünde kaldı. Sözleşmenin aslında Türk kültür ve gelenekleriyle ters düşen maddelerine ise Türkiye koşulsuz şartsız imza atarak kabul etti. Peki o maddeler neler? İşte sözleşmenin kirli yüzü:
“Türk Ailesi” tanımı tamamen değişti!Anne - baba ve çocuklardan oluşan Türk ailesi tanımı sözleşmenin 3. Maddesinin B) fıkrasında ‘birlikte yaşayan bireyler’ denilerek en basit hale indirgendi. Yani bu madde kadın-erkek, erkek-erkek, kadın-kadın veya LGBT bireylerini aile tanımında kabul etmeye açık hale getirdi.
18 yaş altı kızlar ‘Kadın’ olarak kabul edildi!Yine 3. Maddenin F fıkrası, ‘Kadın’ teriminin evli kadınların yanı sıra, 0-18 yaş aralığındaki kız çocuklarını da ‘kadın’ olarak kabul edildiğini açıkça dile getirdi. 12. Maddenin 1. Fıkrasında ise Töreler, gelenekler, örf ve adetlerin kökünün kazınması istendi.
Dini kurallar ‘ayrımcılık’ olarak tanımlandı!İstanbul Sözleşmesinin perspektifini oluşturan toplumsal cinsiyete dair metinlere göre din üstü kapalı bir şekilde ayrımcılık kaynağı olarak sunuldu. Onlara göre din, erkek egemen toplum yapısına destek sağlamakta ve kadını ikinci plana atmasıyla kesinlikle ortadan kaldırılmalıdır: Genel yükümlülükler bölümü, Madde 12/1: “….veya kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadınlar ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” İstanbul sözleşmesi bu maddeyle ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmayı amaçlarken yerine koyulacak olan kültürü ve davranış kalıplarını muallakta bırakmıştır. Yani, sahip olduklarımızı bir kenara atarak kültürel bir yozlaşmanın önünü açmıştır.
“Namus” tanımı rafa kaldırıldı!Sözleşme ‘namus’ tanımından doğabilecek her türlü baskıyı da şiddet olarak kodluyor: Sözleşmede genel yükümlülükler bölümü, Madde 12/5’te “Taraflar kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde “namus”un işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemini için mazeret oluşturmamasını sağlar” denmektedir.
Yukarıdaki açıklamayla şiddet çok geniş bir içerikte ele alınmıştır. Bir aile üyesinin, diğer bir aile üyesine dini veya kültürel değerler üzerinden herhangi bir müdahalesi, uyarısı durumun şiddet olarak kodlanması için yeterli olabilecektir. Bu madde ve 42. Maddede namus ifadesi “sözde” vurgusuyla verilerek hem kadın hem de erkek için bağlayıcılığı bulunan namus kavramını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca “Din ve namus” kavramları bir arada şiddeti doğuran bir inanış ve gelenekmiş gibi sunulmaya çalışılmıştır.
Şiddetin Sınırları Kalktı!Sözde kadına yönelik şiddetin engellemesini temel alan sözleşme şiddetin sınırlarını ortadan kaldırarak öznel değerlendirilebilecek her türlü davranışın da önünü açtı. Şiddet madde 3, Tanımlar a bendinde çok geniş bir şekilde şöyle açıklandı:
“kadına karşı şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir.”
Kadına yönelik şiddetin engellenmesi daha çok fiziksel veya cinsel saldırılardan korunması düşüncesini akla getirirken bu tanımın içeriğinde yer alan “..ekonomik zarar, psikolojik şiddet, ıstırap veren…” ifadelerinin neyi kapsadığı belirsizdir. Zarar veya acı verilmesi son derece öznel algılanabilecek ifadelerdir. Sözleşme boyunca geçen tüm şiddet ifadeleri bu genel söylemi referans almaktadır. Bu ifadeler istismara oldukça açık, şiddeti uygulayan veya mağdur olanın öznel değerlendirmelerine imkân tanıyacak ölçüdedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nda duygusal şiddet/istismar kapsamında “kadınları kontrol etmeye yönelik davranışlar” da tanımlanarak bir kişinin eşinin kıyafetlerine "karışması" ya da facebook ve twitter hesabına "karışması" şiddet olarak yer almıştır.
Mevzu sadece “Kadın” değil LGBTİ!Toplumsal cinsiyet kavramı altında pek çok farklı bağlamda çoğu zaman daha geniş içeriklere yer verilmektedir. Cinsel kimlik ve cinsel yönelimi savunan toplumsal cinsiyet kavramı İstanbul sözleşmesinde de yer alıp açıkça şiddet konusunda cinsel kimlik ayrımı gözetilmeyeceği açıklanmıştır.
Sözleşmenin Temel Haklar, Eşitlik ve Ayrım Gözetmeme (Madde 4), 3. bendinde “Özellikle mağdurların haklarını korumaya yönelik önlemler olmak üzere, işbu Sözleşme hükümlerinin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka görüşe sahip olma, ulusal veya sosyal menşe, bir ulusal azınlıkla bağ, mülkiyet, doğum, cinsel yönelim, cinsel kimlik, yaş, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen ya da mülteci olma durumu veya başka statüler temelinde herhangi bir ayrımcılık olmaksızın Taraflarca uygulanması güvence altına alınmıştır.” denmektedir.
Sözleşme hükümlerinde cinsel yönelim ve cinsel kimliğe yönelik ayrım yapılmaması adına, bu olgular legallik elde etmiştir. LGBTİ örgütleri bu sözleşmeye dayanarak, siyasi iktidarın LGBTİ haklarına dair ifadelerin ve statülerin anayasallaştırılması ve yasallaştırılması konusunda hukuki yükümlülüğü olduğunu ifade etmektedir. Bunlarla birlikte tavsiye kararında toplumsal cinsiyet “yeniden belirlenen” (gender reassignment) ifadesiyle de ele alınarak, translık durumuna ilişkin hakları açıklamaktadır.
Şiddeti Engelleyemedi!Şiddetin önüne geçmek için 46 ülke tarafından imzalanan bu sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği indeksinde üst sıralarda olan ülkelerde kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının neden üst seviyelerde olduğunu açıklayamamaktadır. Benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikaların uygulanmaya başlamasından sonraki süreçte de, ülkemizde istatistikler şiddetin azalmadığını göstermektedir. Adalet Bakanlığı verilerine göre aile ve asliye mahkemelerinde onaylanan kolluk kuvveti kararları her geçen yıl artmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinde model olarak gösterilen İskandinav ülkelerinde şiddet ve tecavüz oranları çok yüksek seviyelerdedir. Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Finlandiya’da her yıl 50.000 kadın tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Danimarka’da 2017 yılında 24.000 kadın tecavüze uğramış veya tecavüz girişiminde bulunulmuştur.
Konu ile ilgili Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo, cinsiyet eşitliği açısından ilk sıralarda yer alan İskandinav ülkelerinin şok edici derecede yüksek tecavüz oranlarına sahip olmasının bir çelişki olduğunu ifade etmiştir.
Ailenin Birliğinin Arasına Set Çekildi!Sözleşmenin 48. Maddesinde şöyle denmektedir: “Taraflar işbu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.”
Bu madde aile arasında uzlaşmayla ve arabuluculukla çözülebilecek çoğu olayın önüne set çekmekte ve bu tarz olayların mutlak olarak hukuki süreçte değerlendirilmesi zorunluluğunu getirmektedir. Aile birliğini koruyacak tedbirler yerine toptancı bir yaklaşımla en basit olayların bile hukuki sürece dahil edilmesine neden olmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi İptal Edilmelidir!İstanbul Sözleşmesinin iptalini istemek, kadına şiddetin önünü açmak istemek değildir. Bu sözleşmede yer alan tartışmaya açık maddelerin, daha objektif bir zeminde örf, adet, gelenek ve kültür gibi toplumların özelinde yer alan değerlere dokunulmadan düzenlenmesi gerekmektedir. Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik bir sözleşme imzalanacaksa kaynağını feminist ideolojinin bakış açısından değil, toplumun kültürel bakış açısından alarak imzalanmalıdır. Ülkemizin bilirkişileri bu önemli konuda çalışmalarını zaman kaybetmeden yürütmeli ve kültürümüzle homojen bir sözleşmeyle hukuki temele dayandırmalıdır.