Ayasofya, İstanbul Sözleşmesi ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 31 Mart yerel seçimleri kapsamında partisinin Tekirdağ'da düzenlediği mitingde konuşurken "Ayasofya Camii olarak açılsın" diye seslenen vatandaşa tepki göstererek,"Önce Sultanahmet'i doldurun sonra bakarız." diye cevap vermiş ve dönem dönem Ayasofya Camii’nin neden ibadete açılmaması gerektiğini üzerine kararlı açıklamalar yapmıştı.
Gençlik yıllarında Refah Partisi ve Milli Görüş çizgisinin önemli temsilcilerinden olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve daha nice Müslümanın hayali olan bu mesele neden bu güne kadar beklemek zorunda kaldı ya da ne değişti?
Son dönemde uluslararası sistemin Ak Parti iktidarına karşı organize ettiği süreç; GEZİ ile başlamış, 17-25 Aralık ile devam etmiş ve nihayet 15 Temmuz işgal girişimiyle zirveye taşınmıştı. Sözde antiemperyalist PKK çizgisinin ABD’den aldığı tonlarca silah yardımı ve desteğinin Türkiye’nin kararlılığı karşısında yaşadığı perişanlığı da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Türkiye tüm bu operasyonları bir şekilde bertaraf etti ve her seferinde kendisini sınırlayan zincirlerden kurtularak daha da güçlendi.
GEZİ öncesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a en ağır eleştirilerde bulunan Devlet Bahçeli bugün kendisiyle ittifak halindeyken,o günlerde en yakınlarında olan isimlerin bugün küresel sisteme uyum ekseninde tam karşısında konum aldıklarını da hatırlatmakta fayda var.
Danıştay’ın Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesini sağlayan 1934 tarihli Bakanlar Kurulu düzenlemesini iptal etmesi üzerine seksen altı yıl sonra 24 Temmuz Cuma günü muhteşem bir kalabalıkla Ayasofya Camii’nde ilk Cuma namazı kılındı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın da ifade ettiği gibi: “Karşımızda artık tarihin akışını uzaktan ve endişeyle izleyen değil, o tarihe müdahale etme gücüne ve cesaretine sahip bir özne var”
Bundan sonra bu ifadelerin farklı alanlarda tezahürleriyle karşılaşacağımızı söyleyebiliriz. Açılışın 24 Temmuz Cuma günü olması, 24 Temmuz 1923'te çok zor günlerin sonrasında imzalanmak zorunda kalınan Lozan Barış Antlaşması üzerinden dünyaya önemli mesajlar verdiği de ifade etmek gerekir.
Ak Parti iktidarının Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni tercih etmiş olmasının bir noktada kendi iktidarını da tehlikeye soktuğu söylenebilir. Yüzde kırlık bir oy oranı tek başına iktidar olmak için fazlasıyla yeterliyken bugün iktidara talip her hangi bir parti ya da adayın oy oranı artık yüzde elliyi geçmek zorundadır.
İktidar hedefi olan hiçbir siyasi parti, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yürürlükteyken büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşan halkın temel değer ve sembollerine açıktan cephe alması mümkün olmadığı gibi kendi tabanının taleplerini yok sayması da söz konusu olamaz.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle yüzde elli bandında kilitlenen iktidar ve muhalefet bloğunun Ayasofya gibi sembolik değeri yüksek bir konuda açıklama yaparken eskisine oranla çok daha fazla dikkatli olmaktan başka çareleri kalmamıştır.
Demokrasi söylemleriyle ortaya çıkan çevrelerin aksi bir zihniyetin dini siyasete alet etmemek adına milletin değerlerini yok saymak şeklinde sergilediği tutumun, kendi elleriyle yaptıkları putları acıktıklarında yemekten çekinmeyen Mekke müşriklerinin sergiledikleri pragmatizden bir farkı kalmayacağını da ifade etmek gerekir.
Yıllarca Sayın Cumhurbaşkanına diktatör yakıştırması yapanların bu seferde Ayasofya’nın oy için camiye çevrildiğini ifade etmeleri yaşadıkları derin çelişkinin bir başka yansımasıdır.
‘Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’nin, Ayasofya’yı müzeye dönüştüren Bakanlar Kurulu kararının iptali için açtığı dava sürecinde AK Parti AR-GE Başkanı Hamza Dağ tarafından MYK toplantısında sunulan ankete göre;
“Cumhur İttifakı ortakları AK Parti ve MHP'lilerin yüzde 90'ı Ayasofya'nın ibadete açılmasını istedi. İYİ Partililerin yüzde 70'i, CHP tabanının ise yüzde 40’ının Ayasofya’nın yeniden camii olarak ibadete açılması gerektiği kanaatinde olduğu” kamuoyuna yansıdı.
Uluslararası sistemde yaşanan gelişmelerle iç politikada gelinen noktanın ortaya çıkardığı imkân ve fırsatlar kesişince Ak Parti iktidarı süreci değerlendirmekte tereddüt etmedi.
İstanbul Sözleşmesi esas alınarak hazırlanan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da “Kadının Beyanının Esas Alınması” ile ortaya çıkan çelişkiler Nafaka Zulmü’yle birleşince kamuoyunun uyanmasına vesile oldu. Ne kimi Ak Partili milletvekillerinin çabaları ne de kimi sözde sivil toplum yapılarının sözleşmeyi savunan tutumları tabandan gelen güçlü dalga karşısında tutunamadı.
Kendi dünyası ve değerlerini kökünden kazımayı hedefleyen Kadın ve Aile Politikaları’nı GEZİ Aklına emanet eden Ak Parti iktidarı, uluslararası sistem tarafından denetlenen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ihtimalini masaya yatırmak zorunda kaldı.
Küresel sistemin “kadın hakları” paravanı üzerinden de kendi dışında kalan dünyaya tahakküm kurduğunu, Kadın ve Aile Politikalarımızın Avrupa Birliği dayatmaları çerçevesinde şekillendirmek zorunda kaldığımızı artıkgörmek zorundayız.
AİHS, CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi vb. tüm uluslararası sözleşmeleri bizim olan değerler çerçevesinde yeniden masaya yatırdığımız takdirde “tarihe müdahale etme gücüne ve cesaretine sahip bir özne” olduğumuzu iddia edebiliriz.
Kadın ve aileye bakışımız noktasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan her şeyi yeniden masaya yatırma iradesi gösterse bile sonuçlarını kısa zamanda almamızın mümkün olmadığı zihinsel bir dağınıklık ya da teslimiyet içerisinde olduğumuzun altını çizmekte zaruret olduğu kanaatindeyiz.
Yaşadığımız acı tecrübeler vesilesiyle birkaç noktayı hatırlatarak bitirelim.
Milleti temsil iddiasıyla mecliste bulunan kimi vekillerin, bırakın temsil etmeyi tabandan gelen büyük dalgayı perdelemek adına sergiledikleri çabaların dahi elbette bir karşılığı olacaktır. Kendi toplumsal tabanının değerlerini yok sayan bir partinin bu şartlarda iktidarda kalması mümkün değildir. Bu tip vekillerimizin en başta kendi partilerinin altını oydukları fark edildiğinde yakın geçmişte bolca örneğini gördüğümüz gibi parti yönetimlerince gereğinin yapılacağı da muhakkaktır.
Türkiye Müslümanlarının vakıf, dernek, cemaat vb. tüm oluşumlar içinde şahit oldukları olumsuzluklar karşısında teyakkuzda olmaları, bir başka ifadeyle öncelikle kendi evlerine ve sokaklarına sahip çıkmaları bir zorunluluktur.
Kadın ve Aile politikalarımızdaki tutarsızlıklar sebebiyle ortaya çıkan vahim manzara karşısındamilletle iç içe olmalarına rağmen kimi vakıf ve derneklerimizin uzun süre sergiledikleri sessizliğin en başta kendilerine zarar verdiğini hatırlatacak bir kararlılık içinde olmak her birimiz için bir vebaldir.
Bürokrasi,iktidara yöneltilen her eleştiriyi kendine yeni mevziler kazanmak adına kullanmayı bırakıp tabanın sesini ciddiye almayı; bizler de eleştirmenin ötesinde farklı alanlarda uzmanlaşmayı esas almış iktidardan bağımsız vakıf ve dernekler üzerinden kendi değerlerimizin takipçisi olmayı öğrenmek zorundayız.
Günün önemli haber ve videoları WhatsApp kutunuzda! Telefon numaranızı yazın, hemen abone olun...
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
İmsak | 06:06 | ||
Güneş | 07:33 | ||
Öğle | 12:39 | ||
İkindi | 15:13 | ||
Akşam | 17:35 | ||
Yatsı | 18:58 |