Beklenen gençlik
Gelecek ülkesinin topraklarına ekilen tohumdur gençlik. Bu tohumun özüdür bizim yarınlara umut içerisinde bakmamızı sağlayan. Nitekim her devrin gençliği yaşadığı zamanın devinimi içinde kendini gerçekleştirmiştir. “Eski Mısır gençliği tabiatla çetin mücadelenin sahnesinde, Sümer Gençliği tapınaklarda, Yunan gençliği olimpiyatlarda, Roma gençliği ise kendi simasıyla görülmektedir. İlk İslam dünyasının yaşattığı gençlik, insanlığa hayır ve hizmette yarışırken Cengiz ve Moğol gençlerinin kestikleri kafalardan kule yapmak hususunda yarıştıklarını görüyoruz.” diyen Nurettin Topçu’nun sözlerinden de anlaşılacağı üzere her devrin gençliğini zamanın şartlarıyla değerlendirmek ve ele almak gerekir.
Her devrin gençliğinin kendi kimliği vardır ve kimlik üzerinden toplumda kendilerini gösterirler. Her devrin gençliği başka bir övünç kaynağı ile kendi kimliğini ortaya koymuştur. Söz konusu bu övünce vesile olan değerler, gencin davranışını, hâl ve hareketlerini de şekillendirmiştir. Ashab devrinde “Haydâr-ı kerrâr, sâhib-i zülfikar, Aliyyü’l-murtezâ, Ebu Turâb, Esedullah, Şah-ı merdân, Seyfullah” gibi birçok sıfat kendisine layık görülen Hz. Ali, sahabe gençlerine örnek olmuştur. Müşriklerle mücadelede düşmana karşı korkusuzca mücadele etmiştir.
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan, 50 bin kişilik ordusuyla 250 bin kişilik Bizans Kralı Romen Diyojen’in karşısına dikilip Anadolu’nun kapılarını Türklere açtığında 30’lu yaşlarda idi. Alparslan’ın bu azim ve cesareti Selçuklu gençliğinin ufkunu genişleterek “kutlu Nebi’nin hadisine mashar olma” ülküsü oluşturmuştur. Fatih Sultan Mehmet Han’a kadar tahta çıkan tüm Selçuklu ve Osmanlı sultanlar ile onların peşinde giden gençliğin birinci gayesi de bu ülkü uğruna mücadele etmek olmuştur.
Sultan Mehmet, 22 yaşında İstanbul’u fethettiği vakit Türk-İslam gençliği en olgun ve en heybetli dönemini yaşıyordu. İstanbul’un fethiyle aşka gelen gençlik, Yavuz ve Kanuni ile zirveye ulaşmıştır. Ancak gençlik devresinden sonra ihtiyarlayan her canlı gibi milletimizin gençliği de eski ihtişamını kaybetmeye başladı. Özellikle 17. yüzyıldan günümüze bu heybetin ışığının giderek zayıfladığını görüyoruz.
Üç yüz yıldır süren yıkım sürecinde gençliğe; riyakâr, heva ve heves peşinde koşan bir ülkü anlayışı miras bırakılmıştır. “Ona yeni bir gençlik aşısı yapmak gerekiyordu.” Sultan Abdülhamit Devri’nde bu uğurda epey bir gayret sarf edilmiş lakin bu gayretler bir sonuca ulaştırılamamıştır. Bu devirde gençlik birkaç kez silkinip ayağa kalkma gayretine girişmiş olsa da bunların tamamı hüsranla sonuçlanmıştır. Hüsranların başlıca nedeni, öz değerlerimizden kaçarak Batı taklitçiliğine sığınmaktır. Bu üç asırlık gençlik arayışı bizde birçok hüsranla sonuçlanmıştır. Bunların ilki, “Mai ve Siyah” romanında Ahmet Cemil karakterinin hastalıklı zihniyetinde şekle bürünen bir genç görüntüsüdür ki bu genç görüntüsü iman noktasında müthiş bir krizin içerisindedir. Bu nesilde ne Hayber Fatihi Hz. Ali’den, ne Anadolu’yu bizler yurt kılan Alparslan’da, ne de Bizans fatihi Sultan Fatih’ten kırıntılar bulmak mümkün değildir. Bu nesil tüm değerleri inkâr yoluna giderek Batı’nın pozitivist felsefesinde çare aramıştır.
İstiklal Mücadelesinden sonra yeni bir gençlik ümidi doğmuş olsa da bu neslin gençleri de kaynağını özünden almadıkları için pek bir varlık gösteremediler. Sonraki gençlik hareketlerinde de öncekilerine benzer hüsranlar görülecektir. Özellikle günümüze yaklaşıldıkça Batı’yı miğfer alan bir anlayışla kurgulanan eğitim sisteminin meydana getirdiği gençler, bedenî istekleri (biz buna haz, diyoruz.), manevi ve isteklerin ve birtakım toplumsal değerlerin önüne geçirdiler. Bu nedenledir ki bir süre sonra kendilerine yük olduğunu düşündükleri bu millî ve manevi değerlerin getirdiği kuralları yok saydılar. Hatta bu kurallara aşağılayan gözlerle bakmaya, daha da ileri giderek kin beslemeye başladılar. Artık mananın yerini madde, ruhun yerini de beden almış, maddecilik tek değer hâlini almıştır.
Hiç şüphe yoktur ki gençlik, büyük bir ümitsizlik ve güvensizlik buhranı içindedir. Ümitsizlik imanı zedelerken güvensizlikse kaderci yapar insanı. Bu nedenle de kolaycılığa kaçma yolunu tercih ettiler. Kimileri “dava” dedi, kendi davasının peşinde olanlara hizmet ederek hayatını heba etti. Kimileri de kısa yoldan para kazanmanın derdine düştü. Birçoğu da heva ve hevesinin peşinde amaçsız bir şekilde gün doldurdu. Her sahada üretimin yerini taklitçilik almıştır. Bu taklitçilik kimi zaman Arap ve İran taklitçiliği, kimi zaman Fransız, İngiliz ve ABD taklitçiliği olmuştur. Taklide kapıldığımız bu üç asır boyunca genliğimiz daima gerilemiştir. Oysa bu milletin evlatları bundan üç asır önce üretirken ve yerliyken kıtalara medeniyet götürmekteydi. Bugün durum öyle bir hâl aldı ki Batılıyı taklit etmeden düşünemezsiniz, ondan alıntı yapmadan fikir beyan edemezsiniz, etseniz dahi kıymeti harbisi olmaz. Bilim mi? Bilim zaten onların işi! Aşağılık psikolojisi adeta üzerimize yapışmış bir kene gibi. Özgür düşüncenin kanını emmekte ve iradeleri teslim almaktadır. “Bizden bir yol olmaz!” anlayışıyla gençliğin yükselişini beklemek, tren yolu olmayan bir kasabaya tren beklemek gibidir. Oysa inancımıza göre insan Allah’ın yarattığı müstesna bir varlıktır. Kendisini, kendi insanını bir sürü gibi, bir eşya gibi görmeye hakkı yoktur hiç kimsenin. İnsanı insan yapan yegâne şey ruh ve yaşama biçimidir. Ruh ve yaşayış yönünden başka milletleri taklit etmek, o milletlerin ruhunun esiri olmak demektir.
Hiç kimse başkası olarak kendini gerçekleştiremez. Milletlerin gençliği de öyledir. Başka milletlerin gençliğini taklit etmekle şuurlu Türk gençliği oluşturulamaz. Bu milletin özünde akıl, cesaret, yetenek gibi hasletlerin hepsi mevcut aslında. Yeter ki üzerindeki ölü toprağını atıversin. Tarihteki birtakım olayların etkisiyle iradesi ve kendine olan güveni zayıflatılan gençlik, iman yönünden kendisini yenileme ile işe başlamalıdır. Sorumluluklara karşı ortaya atılan özgürlük çıkışı, çağımızın hastalığıdır ve tedavi edilmelidir. Maddi hırslar terk edilmeli, yerini insani değerlere bırakmalıdır. Gençlikten beklenen ilimde, felsefede, sanatta, ahlakta ve nihayetinde dinde yükselmesidir. Bu yükseliş de aşama aşama gerçekleşmelidir. Böylelikle hastalıklı nesiller de şifa bulacak, kendi özüne kavuşacaktır. Bu iş ise eğitim işidir ve bir neslin ıslahı ve kurtuluşu ancak eğitimle mümkündür.
Günün önemli haber ve videoları WhatsApp kutunuzda! Telefon numaranızı yazın, hemen abone olun...
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
İmsak | 05:52 | ||
Güneş | 07:18 | ||
Öğle | 12:37 | ||
İkindi | 15:22 | ||
Akşam | 17:47 | ||
Yatsı | 19:07 |