ABD-Latin Amerika ilişkilerinin geleceği
Biden döneminde ABD-Latin Amerika ilişkilerini yönlendirecek iki temel eksen bulunuyor. İlki, ABD’nin bazı bölge ülkeleriyle ilişkileri konusundaki öncelikli alanlar, ikincisiyse Çin’le rekabetin ABD’nin Latin Amerika politikasını nasıl etkileyeceği.
ABD’nin yeni Başkanı Joe Biden’ın kamuoyuna yönelik ilk açıklamaları arasında ABD’nin “geri dönüşünü” ilan eden yeni dış politikasının yol haritası yer aldı. Biden’ın hedefleri göç yönetimine ilişkin iyileştirmeler dışında doğrudan Latin Amerika’ya odaklanmıyorsa da içerdiği başlıklar ilişkileri etkileyecektir. Bunların başında Çin ile rekabet, çok taraflılık, yolsuzlukla mücadele, fikri mülkiyet hakları, demokrasi ve insan hakları konularına yapılan vurgu sayılabilir. ABD’nin Paris Anlaşması’na geri dönüşü ve Biden’ın çevre sorunlarına karşı duyarlılığı, doğal kaynaklar bakımından zengin olan Latin Amerika’nın gelişmiş ülkelerle ilişkilerinde gerilimlere yol açan Amazonlardaki yağmur ormanlarının tahribatı, çevre sorunları ve sürdürülebilir kalkınma konularını ilişkilerde gündeme getirecektir. Biden’ın Latin Amerika’ya verdiği önem bağlamında bölgedeki önemli diplomatik görevlere Latin Amerika konusunda deneyimli ve güvendiği isimleri atamayı planladığı da kamuoyuna yansıyan gelişmeler arasında yer alıyor.
Biden ve yeni Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın kamuoyuyla paylaştıkları dış politika önceliklerinin yanında ABD-Latin Amerika ilişkilerini yönlendirecek iki temel eksen bulunuyor. İlki, ABD’nin bazı bölge ülkeleriyle ilişkileri konusundaki öncelikli alanlar, ikincisiyse Çin’le rekabetin ABD’nin Latin Amerika politikasını nasıl etkileyeceği. Coğrafi yakınlığa paralel gelişen ekonomik ve demografik ilişkiler, 1980’lerden bu yana ABD’yi bölgede Meksika, Orta Amerika ve Karayipler ile daha yakın kılarken Kolombiya’yı istisna tutarsak Güney Amerika daha bağımsız konumda oldu. Günümüzde ABD iç siyasetinde çeşitli tartışmalara yol açan, Hispanikler veya Latinolar olarak adlandırılan ve ABD’nin işgücüne önemli katkıda bulunan göçmenlerin büyük çoğunluğu bu ülkelerden geliyor. Bu durumun istisnası Chavez döneminden bu yana ABD’ye göç veren Venezuela. ABD sayılan ülkelerle gelişmiş ekonomik ilişkilere de sahip. Güvenlik konusundaysa göç kaynaklı endişelerin ötesinde enerji güvenliği, ekonomik çıkarlar ve uyuşturucu ticareti ekseninde ABD’nin Güney Amerika ülkelerinden Kolombiya ve Venezuela’ya yaklaşımını etkiliyor.
Çin Latin Amerika’ya yalnızca ithalatıyla değil; ulaşım, altyapı ve enerji sektörlerine yönelik yatırımları ve bölge ülkelerine sağladığı kredilerle cazip bir ortaklık fırsatı sunuyor. Ayrıca pandemi döneminde uygulanan sağlık diplomasisi kapsamında Çin, Latin Amerika ile yakınlık bakımından ABD’den avantajlı konumda.
ABD dış politikasında öncelikli alanlar
Bölgede ilk hareketlilik Donald Trump’ın Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) revizyonu ve göç yönetimi konusunda ilişkileri gerdiği, ülkenin Latin Amerika’daki en önemli ekonomik ortağı Meksika konusunda yaşandı. ABD-Meksika sınırına duvar örme projesi, çocuk gözetim merkezleri, iltica hakkının yok sayılması gibi konularda Biden, yeni bir göç politikası izleyeceklerini ilan ederek bu konuda hızlı iyileştirmeler yaptı. Duvar inşaatı askıya alındı ve Trump döneminde durdurulan ülkeye göçmen alımlarına yeniden başlanacağı ilan edildi. İç Güvenlik Bakanlığına atanan ve bu göreve getirilen ilk Latin Amerika kökenli olan Alejandro Mayorkas, Trump yönetimi tarafından ailelerinden ayrılan göçmen çocukların ABD sınırları içinde aileleriyle bir araya getirilmesi için düzenlemeler yapılacağını açıkladı. Meksika üzerinden ABD’ye gitmek isteyenlerin çoğunluğunu nüfus yoğunluğunun, şiddetin ve işsizliğin yüksek olduğu Orta Amerika ülkelerinin vatandaşları oluşturuyor. Nitekim Biden’ın hedefleri arasında potansiyel göçmenlerin kendi ülkelerinde kalmalarını sağlamak için bölgedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesi yer alıyor. Bu noktada diplomasi kadar yatırımlar, dış yardımlar ve iç güvenlik sorunlarının çözülmesine yönelik kurumsal kapasite geliştirme desteğinden yararlanılacağı öngörülebilir.
Latin Amerika ile ikili ilişkiler, Biden döneminde sürprizlere sahne olabilir. Trump’ın giderayak yaptırım kararı aldığı Küba ve yine ABD ile ilişkileri bir hayli gergin olan Venezuela, Biden döneminde ilişkileri yeni bir çerçeveye oturtmaktan yarar sağlayacaktır. Bununla beraber, Dışişleri Bakanı Blinken 2019’da kendini Venezuela’nın geçici devlet başkanı ilan eden Juan Guaido ile geçtiğimiz günlerde bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. ABD’nin Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro karşısında Guaido’ya verdiği desteğin devam edeceğini söyleyen ve demokratik bir geçiş sürecinden bahseden Blinken’ın buna ulaşmak için nasıl bir yol izleyeceğini önümüzdeki günler gösterecek. Fakat 2019’da Guaido’nun öncü destekçileri olan Güney Amerika ülkelerindeki siyasal tablonun değiştiğini, Bolivya ve Arjantin’de solun geri döndüğünü ve pandemi sürecinin Brezilya başta olmak üzere sağ yönetimlere halk desteğini zayıflattığını göz önünde tutmak gerekiyor.
Latin Amerika’nın bir numaralı ekonomik gücü Brezilya ise Biden ile yeni bir sayfa açmakta zorlanacak gibi görünüyor. “Tropiklerin Trump’ı” olarak anılan Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro, Trump yönetimiyle epeyce yakın ilişkiler kurmuştu. Başkanlık seçimlerini izleyen günlerde Brezilya Dışişleri Bakanı Ernesto Araujo, ülkesinin Trump’ı desteklemeye devam ettiğini gösteren ve seçimleri sorgulayan sosyal medya paylaşımları yaptı. Bolsonaro ise uzun süre bekledikten sonra Biden’ı tebrik etti. Bolsonaro’nun Brezilya siyasetinde etkin bir isim olan Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler ve Ulusal Savunma Komitesi Başkanı olan oğlu Eduardo Bolsonaro, Ocak ayının ilk günlerinde Trump’ın kızı Ivanka Trump’ı Washington’daki ofisinde ziyaret etti. Trump’ın seçimi kaybetmesinden sonra ve ABD’deki Kongre baskınına denk gelen tarihlerde yapılan bu ziyaret, amacı ve oğul Bolsonaro’nun Washington’daki temasları bakımından soru işaretlerine yol açtı. Yaşananlar, ABD’den Brezilya yönetimine eleştirel bir mektup gönderilmesine neden oldu. 2019’da göreve geldiğinde ABD ile yakınlaşacağını iddia eden Bolsonaro, Trump’la dostluğuna rağmen Brezilya’nın beklediği ticari kolaylıkları elde edememişti. Biden’ın başkanlığı ise yeni yönetimin çevrenin korunması ve otoriterleşme gibi konulardaki hassasiyetleri nedeniyle ikili ilişkileri zorlu bir zemine oturtacaktır.
Biden’ın ABD’ye iade etmek istediği “güvenilirlik ve ahlaki otorite”nin Latin Amerika’daki karşılığı, insan haklarının savunulmasından ormanların korunmasına kadar hangi gerekçeye dayanırsa dayansın pek parlak değil ve bölgedeki Amerikan müdahaleciliği geçmişini hatırlatıyor.
Çin ABD'den daha avantajlı konumda
ABD’nin bölgeyle ilişkilerini belirleyecek ikinci eksen olan ABD-Çin rekabetinin merkezini Çin’in bölgedeki ekonomik gücü oluşturuyor. Çin-Latin Amerika ticari ilişkileri 1990’lardan itibaren hızla gelişirken günümüzde Çin, ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) yanında çoğu Latin Amerika ülkesinin ilk üç bölge dışı ekonomik ortağı arasında yer alıyor. Üstelik geçtiğimiz 20 yılda BRICS’e (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) katılan Lula’nın Brezilya’sı, Çin’e daha rahat ihracat yapabilmek ve Pasifik limanlarına yakın olabilmek için başkenti ülkenin iç kesimlerine taşımaktan söz eden Cristina Kirchner’in Arjantin’i, Çin-Karayip Devletleri Topluluğu (CELAC) Forumu’nun kurulması gibi girişimler “Pembe Dalga” yönetimlerinin Çin’e bakışını ortaya koydu. Fakat Çin’le yakınlık belli ülkelerle sınırlı kalmadı. Liberal dış ticaret politikaları benimseyen Şili, Peru, Kolombiya ve Meksika Asya ülkeleriyle rahat ticaret yapabilmek için Pasifik İşbirliği’ni kurdular. Çin Latin Amerika’ya yalnızca ithalatıyla değil; ulaşım, altyapı ve enerji sektörlerine yönelik yatırımları ve bölge ülkelerine sağladığı kredilerle cazip bir ortaklık fırsatı sunuyor. Çin ayrıca uyguladığı sağlık diplomasisi kapsamında pandemi sürecinde Meksika’dan Brezilya’ya çok sayıda ülkeye tıbbi malzeme yardımında bulundu, aşı çalışmalarında ortaklıklar yapıldı. Tüm bu etkenler günümüzde Çin’i, Latin Amerika ile yakınlık bağlamında ABD’den avantajlı konuma yerleştiriyor.
Öte yandan Latin Amerika-Çin ilişkileri sorunsuz değil, aksine bölgeyi bir ekonomik bağımlılık döngüsüne çekiyor. Latin Amerika Çin’e madenler, petrol ve soya başta olmak üzere genel olarak işlenmemiş ürünler ihraç ediyor. Çin ise Latin Amerika’ya mamul mallar ihraç ediyor ve yüksek bütçeli yatırımlarda bulunuyor. Ayrıca Latin Amerika’nın Çin nezdindeki ekonomik önemi, Çin’in bölge nezdindeki ekonomik önemiyle karşılaştırıldığında çok küçük kalıyor. Böylelikle bölge, Çin ekonomisindeki dalgalanmalardan, Çin’in ithalatçı tercihlerini değiştirmesinden ve kendilerini belirli tarım ürünleri ve hammadde üretimi kaynağı olarak sabitlemesinden etkileniyor. Bunun ötesinde, Latin Amerika genelinde 2000’lerin başlarında elde edilen ekonomik büyüme ve orta sınıfın genişlemesi gibi alanlardaki başarılar geçtiğimiz yıllarda ekonomik durgunluk ve siyasal istikrarsızlıklar nedeniyle geriledi. Pandemi sürecini ağır geçiren Latin Amerika için, 2020’lerin muhtemelen kalkınmada duraksamanın yaşandığı bir kayıp on yıla dönüşmesi bekleniyor. Bu ortamda, ABD’nin Latin Amerika’ya sağlayacağı ticari kolaylıklar ve ekonomik desteğin ABD adına bölgede bir avantaja dönüşeceği gerçek olmakla beraber Çin karşısında ABD’nin işi kolay görünmüyor.
İlişkilerin tarihsel çizgisine bakıldığında, en büyük handikabın her iki tarafın işbirliği konusundaki istekliliğine rağmen öncelikler ve beklentiler konusundaki uyumsuzluk olduğu görülüyor.
ABD’nin "geri dönüşü" yakın çevrede test edilecek
ABD’nin bölgedeki bir diğer önceliğinin, Biden’ın ABD’nin “geri dönüşünü” ve küresel işbirlikleri kurma hedefini yakın çevresinde test etmesi olacağı düşünülebilir. Bu girişim, ABD’nin Amerika kıtalarında bölgesel liderlik çabasına girmesine neden olacaktır. Biden’ın ABD’nin 2000’lerin başlarından beri geri çekiliş içinde olduğu ve Amerikan Devletleri Örgütü’nün (OAS) faaliyetleri dışında seçici biçimde yer aldığı veya davet edilmediği Latin Amerika’daki bölgecilik hareketleri içinde daha fazla yer almak isteyeceği öngörülebilir. ABD bu alanda en son 1990’larda çaba göstermiş ve Bill Clinton yönetimi döneminde, OAS himayesinde düzenlenen Amerikalar Zirvesi’nin 1994’teki ilk toplantısına ev sahipliği yapmıştı. Uzun bir aradan sonra 2021’de ABD, ikinci kez Amerikalar Zirvesi’ne ev sahipliği yapacak. Zirve, verilecek mesajlarla Biden’ın yönetiminin önümüzdeki yıllarda ülkesinin Latin Amerika ile ilişkilerini nasıl tayin etmek istediğini detaylı biçimde ortaya koyacaktır.
Biden ve ekibinin açıklamaları, yönetiminin bölgede yeniden yükselişe geçen sol ile ortak yönleri bulunduğunu ve Bolsonaro örneğinde görüldüğü üzere bir zamanlar olduğu gibi ABD’nin Latin Amerika sağı ile “her şeye rağmen” bir uyum içinde olamayacağını ortaya koyuyor. Fakat Biden’ın ABD’ye iade etmek istediği “güvenilirlik ve ahlaki otorite”nin Latin Amerika’daki karşılığı, insan haklarının savunulmasından ormanların korunmasına kadar hangi gerekçeye dayanırsa dayansın pek parlak değil ve bölgedeki Amerikan müdahaleciliği geçmişini hatırlatıyor. İlişkilerin tarihsel çizgisine bakıldığında, en büyük handikabın her iki tarafın işbirliği konusundaki istekliliğine rağmen öncelikler ve beklentiler konusundaki uyumsuzluk olduğu görülüyor. Biden yönetiminin ABD-Latin Amerika ilişkilerinde yeni bir sayfa açıp açamayacağını büyük ölçüde Çin sayesinde seçenekleri genişleyen ama ekonomik açıdan zor bir dönemden geçen Latin Amerika’yı ABD’nin nasıl destekleyeceği ve Orta Amerika’daki sorunlar, Küba ve Venezuela meseleleriyle otoriterleşme eğilimleri hususlarında bölgesel istikrara ne tür katkı sunacağı belirleyecektir.
[Doç. Dr. Segâh Tekin Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]
Günün önemli haber ve videoları WhatsApp kutunuzda! Telefon numaranızı yazın, hemen abone olun...
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
İmsak | 06:06 | ||
Güneş | 07:33 | ||
Öğle | 12:39 | ||
İkindi | 15:13 | ||
Akşam | 17:35 | ||
Yatsı | 18:58 |