Sahne güç sahiplerine aittir. Bedel ödeyenlerin hikâyeleri satır arasında gizlidir.
Post Modern Darbe olarak tarihe geçen 28 Şubat Darbesinin tam anlamıyla anlaşılmadığını ve anlatılmadığını düşünüyorum. Her sene bu zamanlarda herkes birbirinden güzel faaliyetler, etkinlikler, farkındalık çalışması veya yazılar yazar. Kişiler veya kurumlar o talihsiz dönemde aldıkları yaraları veya darbeleri gündeme getirirler. Ve dile getirdikleri her hususta haklıdırlar.
Örneğin, imam hatipli kardeşlerimiz katsayı meselesi üzerinden konuyu yorumlar, hanım kardeşlerimiz ise başörtüsü meselesi ile konuyu gündeme getirir. İş insanları meseleye ticari bakar zira o dönem yeşil sermeye diye her türlü engelle karşı karşıya kaldılar. Siyasetle meşgul olan abilerimiz partimizin kapatılması, sivil toplum ile meşgul olan kardeşlerimiz ise vakıflara veya derneklere yapılan baskınları veya kurumlarının kapatılmasını gündem yaparlar. Hepsi doğrudur ve haklıdır.
Ancak meseleyi bütüncül ele aldığımızda veya bugün ki tabirle büyük resme baktığımızda 28 Şubat Döneminin sadece bir günden ibaret olmadığını bilmemiz lazım. Bu bir dönemdir. Dönem olarak ele alınmalıdır. 28 Şubat bir anlayıştır. Kavganın bu merkezle verilmesi lazım.
Özetle, 28 Şubat inananların bilinçlendiği, keskinleştiği ve dava şuuru kazandığı bir başlangıçtan ibarettir.
En azından benim için öyle diyebilirim. Uzun süre devam edecek bir travmanın başlangıcı oldu. Çok uzun zaman süren bu travmanın sadece ilk gecesini sizlerle paylaşmak isterim. Gerisini romanımda okuyacaksınız inşallah.
Kendini, ülkesini ve davasını yeni tanımaya başlayan Milli Gençlik Vakfında ufak tefek görevler alan on beş yaşında bir delikanlıydım. Her gece toprak altlarından ceset çıkartılıyordu. Şuan ismi aklıma gelmeyen bir dinci (?) örgütün bu eylemleri yaptığı söyleniyordu. Yine böyle bir günde Gaziantep’te bahse konu örgüt ile polisin çatışmaya girdiğini ve üç polisimizin şehit olduğu haberini duyar duymaz kalktım ve abdest aldım. Şehitlerimizin ruhlarına Kur’an-ı Kerim okumaya başladığımda evin kapısı çok hızlı bir şeklide çaldı. O kadar hızlı çalıyordu ki kardeşim Harun hariç evin tüm ahalisi uyandı. İlk önce açmadık. Sonrasında babam “Oğlum kapıyı açın” diye bağırınca evin kapısını açtık.
Hepimiz donup kaldık. Ellerin uzun namlulu silahlarla polis memurları “Ellerini kaldır, yatır yere” diye bağırarak içeriye girmeye başladılar. Komik olan şu ki, kimse yere yatmadı. Sadece annem “Ayakkabılarla neden içeri girdiniz” diye bağırıyordu. Evin her bir köşesini aramaya başladılar. Sağdan soldan bulduklarını evin girişinde topluyorlardı. Çeçenistan, Milli Gençlik Vakfı ve Kelime-i Tevhit Bayrakları, Şehit Metin Yükselin resimleri, okuduğum kitaplar ve şaşıracaksınız ama ortaya iki adette Türk Bayrağı koydular. Biraz sonra oturma odasından annemin çığlıkları geldi. Annem fenalaşmış ve çekyatın üzerine yığılmıştı. Sonradan öğrenecektim ki, bana ait olan bir adet kurusıkı silah o çekyatın altındaymış, annem fenalaşınca bilerek kendisini o çekyatın üzerine bırakmıştı. Arama yaklaşık iki saatten fazla sürdü. İsmini buradan söylemeyelim genç sarışın, uzun saçlı yakışıklı J bir polis memuru beni alıp annemlerin odasına götürdü. Elinde Milli Gençlik Vakfına ait ajanlar vardı. Başımdan kaynar sular devrilmişti. Daha on beş yaşındasınız. Yazarken ağlamak bir tarafa ellerin titriyor. O yakışıklı polis memuru bana ilk önce okkalı bir tokat patlattı. Ardından biraz küfür ettikten sonra “Oğlum niye böyle işlere giriyorsun. Yazık değil mi sana ve ailene” diye sessizce mırıldandı. Sonra elindeki iki ajandayı annemlerin kar dolabının arkasına attı. O ajandalar halen orada durmaktadır J Tüm aramalar bitti. Biraz sonra yıldızlı bir polis amiri eve girdi. Ve tabi ki beklenen oldu ve avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı. “….. salakları Türk Bayrağı tutanaklara delil olarak yazılır mı, bunu alın diğeri daha çocuk” diye devam etti. (Erkek kardeşim Harun’dan bahsediyor. Harun on iki yaşındaydı. Ve polisler tarafından gözaltına alınmıştı) Sonra Harun’un ellerini çözdüler. Ve tutanakları baştan yazdılar.
Her şey tamamdı. Ellerimi ters kelepçelediler ve sokağa çıkardılar. Bir de ne göreyim panzer dahil sokakta yirmiden fazla polis arabası var. Karşı binamızdaki Bülent abilerin çatısında bir polis bekliyor. Beni yaklaşık iki yüz metre ellerim kelepçeli yürüttüler. Mahalle ayağa kalkmıştı ama kimseden ses çıkmıyordu. Neredeyse tüm pencerelerin perdeleri aralık bizi izliyorlardı. O şekilde polis minibüsüne bindik.
Sadece ilk geceyi kısaltarak yazayım dedim ama yetmediği için kesmek zorunda kaldım. Dediğim gibi geri kalınını yazdığım romanda okursunuz inşallah. Bugün birçok sivil toplum kuruluşu, kurumlar veya bu işi dava edinen genç kardeşlerimiz programlar yapıyorlar veya yaptılar. Birçoğuna söylemek istediğim âcizane şu şekildedir.
28 Şubat bir grubun veya bir kesimin davası değildir.
28 Şubat asla bir reklam malzemesi değildir.
28 Şubat sadece başörtüsünden ibaret değildir.
28 Şubat bir mağduriyettir ancak daha çok bir dirilişin hikâyesidir.
Ve 28 Şubat topyekûn ele alınmalı ve günümüze aktarılmalıdır.
O dönem ve sonrasında yaşadıklarımızın karşılığını elbet Rabbimizin katında alacağız.
Sadece bedel ödeyenleri bu yemekte tuzu olmayanların insafına terk etmeyin.
Muhabbetle
Günün önemli haber ve videoları WhatsApp kutunuzda! Telefon numaranızı yazın, hemen abone olun...
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
İmsak | 06:09 | ||
Güneş | 07:37 | ||
Öğle | 12:40 | ||
İkindi | 15:11 | ||
Akşam | 17:34 | ||
Yatsı | 18:57 |