Mühim meseledir millet olmak, millet kalabilmek ...Milletleri millet yapan en önemli esaslardan birisi o milletin dilidir. Dil denilen olgu, millet olabilmenin mayasıdır bu yüzden yalnız mayasını güzel tutan milletler özünü koruyabilir; geleceğe bozulmamış mayalar bırakabilir, diyebiliriz. Dilini, dil şuurunu kaybeden milletler ise hafızasını, hatırasını, mirasını açıkçası her şeyini kaybetmeye yüz tutmuştur ve gerçek millet olma şerefini kaybetmekle karşıya karşıyadır. Esasında özüne, kültürüne ve tarihine yabancılaşır; “dün”ünü unutur, “bugün”ünü uyutur, “yarın”ını ise yeşertecekken kendi elleriyle kurutmaya mahkûmdur.
Osmanlıca, Türklerin uzun yıllar içinde geliştirdikleri hem Arapçadan hem Farsçadan yararlanmasına rağmen her iki dil de olmadan kendine özgü çizgisi ile var olmayı başarmış bir dildir. Dünle bugünü birleştirmenin, geçmişle gelecek arasında sıkı bir bağ kurabilmenin yolu Osmanlı Türkçesini anlamak ve anlatmaktan geçmektedir. Kültürümüzün esasını oluşturan eserlerin neredeyse tamamına yakını şu an çoğumuzun dikkatini bile çekmeyen Osmanlı Türkçesi ile yazılmıştır. Oysaki geleceğimizin emanetçileri, atalarından kalmış bir paranın, kitabın üzerinde yazılı olan Osmanlıca metni okuyamayıp o yazılardaki manayı, estetik zevki tadabilme imkanından yoksundur. Kendisine bırakılan mirası okuyamayan bu gençlik belki de günün birinde giriş kapısında Osmanlıca yazısı bulunan üniversitenin talebesi oluverecek. Belki bir gün memleketine giderken yol kenarında durup üzerinde Osmanlıca yazı bulunan çeşmenin suyu ile serinleyecek. Belki de ziyaret ettiği yerlerdeki bir mezar taşının kendi dedesi olduğunu bilmeden yapacak duasını. Her şeyden evvel tüm bunlar gençliğin dil bilincine erişememesinden kaynaklanacak.
Yedi asır cihana hükmetmiş, yaptıklarıyla her zaman gurur duyduğumuz, bizlere şanlı bir tarih bırakan ecdadımızın mirasını okumak günümüzde çoğumuza maalesef bir yabancıya olduğu kadar uzaktır. Hatta her şeyiyle tamamen bizim olan Osmanlıcayı ayrı bir dil zannedip Osmanlıca bir eser görünce yabancı dilde yazılmış bir esere bakar gibi anlamsızlaşanların sayısı oldukça fazladır. Peki neden biz de bu güzide yola çıkıp öz benliğimizle barışmıyoruz? Osmanlıcayı öğrenmeyi bir gönül meselesi haline getirip ülkemizde bir seferberlik başlatsak ve bu gönül yolculuğunda öncelikle genç dimağlara kapı aralasak ... Geçmişte kalan ama hâlâ canlılığını koruyan kültürümüzün daha nerelere kök saldığını, hangi coğrafyanın ikliminde kimi zaman yağmur olduğunu kimi zaman güneş olup kavurduğunu öğrensek, bilsek ve öğretsek...Geç olsun ama güç olmasın diyerek harcadığımız onca zamana artık “dur” desek!
Kendi hazinemizi kullanmak için artık yola çıkma zamanı!
Gönüldaşlarımızla paylaşalım. Tarihimizin, kültür mirası Türkçemizdeki dil zenginliğinin, dolayısıyla metinlerimizin çeşitliliğinin, en mühimi kıvrak zekamızın varlığını aklımızın ve yüreğimizin her zerresine ezberletelim. Ezberletelim ki geçmişle bağlarımızı sağlam tutalım.
Osmanlıca; dilimize zenginlik katmak, kelime dağarcığımızı genişletmek, geniş düşünmek, güzel ve etkileyici cümleler kurmak gibi birçok konuda da bize yarımcı olabilecek muhteşem bir hazinedir. Diğer taraftan zengin ve zarif bir sanat anlayışına hâkim Divan edebiyatının gerçekten tadına varabilmek de sadece bu dil hakkında fikir ve bilgi sahibi olabilmekle mümkündür. Bu bağlamda edebiyatımızı ve tarihimizi bilmek, özümseyebilmek ve anlayabilmek için Osmanlıca konusundaki hassasiyetimizi her zaman sürdürelim. Bu kadim coğrafyanın evlatları olarak özümüze öz, değerlerimize zenginlik katalım. Bu hedefler doğrultusunda atacağımız her adım şanlı mazimize bir hizmet ve vefa borcudur.
Bu kutlu yolda, kutlu hedeflerle yaşayabilmek dileğiyle...