Zaman zaman hatırı sayılır çocuk edebiyatı klasiklerine dokunmak gerekir. Bilinir ki o binbir dünya kitaplar yazılırken müellif, çocukları ön muhatap kabul edip asıl söyleyeceklerini şekerli cümleler içinde yetişkinlere sunar. Yetişkin bir fidan olasıya kadar geçen zamanda dünya penceresini genişletmiş kimseler, cümlelere azami bir nezaketle yaklaşıp en pahalılarını çeker alırlar içinden. Çok masum bir telkin ve isyan girişimidir bu. John Boyne da aynen böyle yapmış. Dünyaca ünlü ‘The Boy In Stripped Pyjamas’ ve ülkemizce bilindiği adıyla ‘Çizgili Pijamalı Çocuk’ kitabında ideoloji kavramını alıp birbirlerine pasta yemeyi teklif eden çocukların diyaloglarına yerleştirmiş. Yahudiler, dindaşlarının Nazi kamplarında çektiği zorlukların acısını yüzyıllardır tüm insanlıktan çıkarma ve öc alma peşinde olsalar da iş cümlelere ve tarih gerçeklerine indirgendiğinde Nazi Almanya’sının zulmü hiç de yadsınacak gibi değil. Çizgili pijama, usta fakat “Bu gece roketli pijamalarımı giymek istiyorum anne” nesline de gayet uygun, kuyruklu bir metafor. Ön bir tarih bilgisi olmayan kimsenin çizgili pijama ile kastın Yahudi halk olduğunu anlamayacağı aşikar. Bir anlatıcı; ideolojiden bahis açmak istediğinde Nazi/Yahudi temaslarını niçin tercih eder? Geçmişten gelen bir hikayenin acısı yahut da tesirinde kalınmış bir şahitlik dolayısı ile olabilir mi? Başka bir anlatıcı için bunlardan bir taneyi heybemize koyup yola devam edebilirdik ama hayır. John Boyne ne gerçek bir hikayeye dayamış sırtını ne de kökenlerinde Yahudilik tortuları var. Yazarımız, kendi dünya manzarasından baktığında ideolojik beyanların kişiyi ne denli körleştirdiğini bir Hitler komutanı üzerinden anlatmak istemiş. Komutanımız hedefine ve uğruna adandığı değerlere öylesine bir akd ile sarılıyor ki ailesinin bıçak üstünde oluşuna gözleri tamamiyle kapalı. Vaziyet böyle iken zaman geçtikçe genişleyen aile sorunları bir felaket ile sonuçlanıyor. Okumak ve kitabı kadar olmasa da baş döndürücülüğüne söz söyletmeyen filmini izlemek isteyenler için ipucu vermeme adına senaryoya dair nüansları burada terk ediyoruz. Peki John Boyne haklı mıdır? Hakikaten de ideolojiler kişiyi körleştirir mi? Eğer öyle ise kişi hangi duvara yaslamalıdır sırtını?
İdeolojiyle el sıkışmadan önce bu boynu kravatlı şık sözcüğün sicilini bilmek lazım. Fransız düşünür De Tracy; insan ilimlerinin bütününü kucaklayacak, felsefenin yerinin tutacak, konusu fikirler olup psikoloji ve mantığı da içerecek bir kelime olsun diye uydurmuş ideolojiyi. Ama Napolyon bu sözcüğü hiç sevmemiş ve “metafizik bir gevezelik” olarak adlandırıp o dönemin en dürüst ve bilge isimlerinin dahi itibar kazandıramayacağı bir hale sokmuş. Türkçemiz’e ilk geldiğinde ise aydınlarımız bu kelimeye fikriyat adını vermiş ve üzerine eğilmişlerdi.
Memleketimizin arif kimseleri bu malum soruları gece gündüz düşündüler. Üzerine tartıştılar ve kitaplar yazdılar ama bu “ideoloji” muhakemelerinin en çarpıcı olanı üstad Cemil Meriç’in kaleminden çıkıp yıllar boyu güncel kaldı. Üstad, yazdığı ilk kitaplardan birinde “İdeolojiler, idraklerimize giydirilen deli gömlekleridir” dedi ve bu cümle o kadar popülerleşti ki artık başımızı nereye çevirsek münevver kimselerin ağzından dökülüyordu bu cümle. Bu vaziyete canı sıkılmış olacak ki Cemil Meriç sonrasında da şunları yazmış ama bu cümleler o kadar popülerleşmeyip herhalde kişilerin nasibine terkedilmiş: “Emperyalizmin taarruzlarına karşı genç zekaları uyarmak için ideolojilerin idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri olduğunu söylemiştim. Bu düstur, ideolojiler aleyhine ideolojik bir ikazdı. Batı düşüncesinin, daha doğrusu düşüncenin reddi için bir fetva sanıldı. Yığınlar tefekküre her zaman şüpheyle bakmıştır. Bilgiyle zırhlanmamış kalabalıklar için aşırıya kaçmayan bir yabancı düşmanlığı emniyetli bir hisardır. Ama ömür boyu hisarda oturulmaz.”
Ve şöyle devam ederek:
“İdeolojiler tehlikelidir… Amenna… Gelişmemiş beyinler için. Ama uzak denizlere açılanlar pusuladan vazgeçemez. Kaosu kozmos yapan insan zekası, tecrübelerini ideolojilerde sergilemiş, tecrübelerini ve fetihlerini” zihinlerimize su serpiyor üstad. Hiçbir ilmin hakikatin bütününü sunamayacağı ve insan ilimlerinin de bir yanıyla ideoloji olduğu gerçeği bir yana ideolojiler belli bir medeniyetin, belli bir inancın ve cemaatin müdafaa silahlarıdır ona göre. O halde John Boyne’un anlatma nesneleri olarak seçtiği malzemeleri bir kenara koyarak diyebiliriz ki Napolyon’un aksine bu düşünceler ilmi olmadan yapamayız. En nihayetinde üstadın dediği gibi ideolojiler süsle karışık fakat dumanlı diye ışığı reddedecek miyiz?
Tüm bu ideoloji söylemlerinin ardından düşününce, fikri sistemlerin en üstünü olan ve uzlet/ülfet çizgileri en sağlıklı İslam dininin hakim olduğu bir coğrafyada yaşadığımız için şükrediyoruz. Daha güzel bir dünya için John Boyne’un da Cemil Meriç’in de daha nicelerinin de kapısını tıklatmalı ve Mevzu’yu çözecek çıkış yolları aramalıyız. Doğu’yu da Batı’yı da gören gözlüklerimizi takıp pijama çizgilerinde saklı hakikatler için sıvamalıyız kolları. Unutmayalım. Hikmet, Müslüman’ın kaybedilmiş malı.