Kediler, Eşler ve Çocuklar
Önümdeki kağıt kalemin ben yaklaştıkça kaçışını, seninle aramdaki sırların ayyuka çıkmaması gerektiğine bağlıyorum. Ama ne ben onsuz durabiliyordum, ne de o bensiz. En sonunda buluştuk. Ellerimde mutlaka iletilmesi gereken bir vahyin yazarlığının vermiş olduğu bir titreklikle, sadece kötü yazanların bilebileceği bir beceriksizlik hissi vardı. Buna rağmen işlerini büyük bir mahirlikle yapmaya koyulmuşlardı bile.
Kedimden ne istiyordun bilmiyorum. Ama her hırlayışında ona sertçe bir bakış fırlatman, yanıma gelerek bu kedinin burada olmasının anlamsız olduğunu büyük sözlerle bana hatırlatman, tüm bunların yanında neden diğer konularla da kedim kadar ilgili olmadığımı sorgulaman bitmiyor, katlanarak sürüyordu. Üstelik tüm bunları sadece bana değil kedime de hissettiriyordun. Onun benimle en sıcak ilişkilerini geliştirdiği ve dili olarak kullandığı kuyruğunu mahzun mahzun bacaklarının arasına sıkıştırmasını sağlıyordun... Nasıl beni sıkıyordun bir bilsen. Şuncacık kediye reva mı bunlar? Peki hayatı, yaşamımı, seçimlerimi ve isteklerimi böylesine kısıtlamakla neydi ki amacın? Neyse... İyi ki gitmişsin diyorum bu aralar. 2-3 gündür gittiğin memleketinde bana ve kedime kusamadığın kinini tüm köy halkına kusuyorsundur şimdilerde eminim. Telefon konuşmalarımızda bunu hissedebiliyorum. Hırsın, kızgınlığın ve akıllanmaz başına buyrukluğunla telefon ahizesinden fırlayıp buraya gelecekmişsin gibi bir tonla konuşuyorsun benimle. Hızlı hızlı konuşup, iki üç he, hü diyip telefonu yuvasına konduruşum bundan... Yokluğunda daha fazla sığınıyorum kedime, tüylerine, onun o anlamsız gözlerinde buluyorum sanırım huzuru...
Günler pek geçmiyor bu aralar. Dolanıyorum dolanıyorum da dolmuyor hiçbir boşluk. Daha fazla oksijen var sanki evde ama tek başıma da tüketemiyorum gibi. Duvarlar vahşi birer yaratıkmışçasına birer adım geri atarak, sensizlikle genişleyen evi daha da boşaltmışlar sanki. Eşyalar tüm anlamlarını ve işlevlerini kaybetmiş gibi öylece oldukları yerde duruyorlar. Senin oturduğun ve durmamacasına konuştuğun o koltuk bir tuhaf bu ara. Öylece bana bakıyor ve yastığıyla sırtlığı arasında bir dili varmışçasına bir şeyler mırıldanıyor durmadan. Sen varken beceriksiz bir heykel gibi sürekli yerinde kalmak zorunda hisseden kedim, şimdilerde pek hareketli. Senin yokluğunu her fırsatta yanımda biterek, bana sürtünerek ve tüylerini her yere saçarak kutluyor. Sana bir de kötü haberim var. Çok sevdiğin ve sürekli, "o kedi bu vazoyu kırarsa burnundan getiririm" dediğin vazo var ya, işte o kırıldı. Kedi mi yaptı bilmiyorum. Bir gün bir şangırtı koptu, ben en başında aslında o vazonun kırıldığını anlamıştım da yine de bir olay mahalini kontrol etme iştiyakı hissetmiştim. Gördüğüm manzaranın içerisinde onlarca parçaya ayrılan vazonun ortasında da vinci'nin bir eseri gibi duran kedi, bana bir mahkum ifadesiyle bakıyor ve, "bunu ben yapmadım," diyordu. Şaşıracaksın biliyorum. Ben kediye inandım ve vazonun kendiliğinden yere atladığına ikna oldum. Eminim sen inanmazdın ve saatlerce konuşur konuşur da bunu benim yersiz inadıma bağlardın... Çocuğumuzun olmayışına acabalar getirirdin, çocuk sahibi olmak için bir sürü yolun olduğuna beni ikna etmeye çalışır, kediyle kendimizi avutmamızın anlamsızlığına dikkat çekerdin. Ben de mumyalanmış bir ceset gibi sadece karşında öylece durur, vereceğim cevapların senin sadece konuşma süreni uzattığını düşünerek olduğum yerde kaybolmaya çalışırdım. Sen yine de durmazdın, vahşi bir ejderha gibi ağzından çıkan ateşleri üzerime üzerime savururdun...
Geleceğin günü iple çekmemiştim ve eminim ki kedim de öyle. Hiç bir şeyden haberleri olmadığını düşündüğümüz hayvanlar aleminden bu küçük üye bugün senin geleceğini biliyormuşçasına senli günlerdeymişçesine kendi kendine pratikler yapıyordu. Masumca yürüyor, sen yokken takındığı atik tavrını hızla süpürüyordu. Bu etkiyi nasıl bıraktın onun üstünde inanamıyorum... Bu büyük canlının aslında diğerlerine göre daha fazla bir kavrayış gücü olduğunu da görüyordum, ama böylesine insancıl tavırlar sergilemesini, istenmediğini anlaması ve en hayatcanlısı günlerini bir final havasında benim yanımda sen gelene dek sürdürmesi bana çok anlamlı geliyordu. Nasıl bir soyluluktu bu? Nasıl bir karizmaydı? Bir yok oluyor bir dönüyordu kendi etrafında. Kah yastığında bir süre vakit geçiriyor, kah kapı aralarında uyurgezerler gibi öyle ruhsuzca salınıyordu. Bense şaşkın şaşkın evdeki geniş boşluğun keyfini sürmeye çalışıyordum... Aslında kabak tadı da vermeye başlamıştı bu sensizlik. Sen böyle durmadan konuşuyorken evin tamamının dolduğunu, her bir odanın metrekarenin harflerle, güçlü ama bir o kadar boş olan cümlelerle dolduğunu hissediyordum. Sen gittiğinden beri o cümleler boşaltmıştı sanki buraları. Seninle tekrar dolabileceğini, bundan nefret edebileceğimi, sıkılabileceğimi yine elbet tabi ki biliyorum ama istiyorum bunu işte. Gittiğin ilk gün baharın bahçenin geldiği bu ev, daha sonraları sararmaya yüz tutmuş ve açan çiçeklerin dökülüşüne şahitlik etmek zorunda kalmıştım. Ve sonra yeniden bir karnaval alanı senin geleceğini benden önce öğrenmiş insanların biraraya gelişiyle süslenmiş gibi duruyordu şimdi önümde. Bu güzelliğin bozulmamasını diliyordum ve ev için alışverişe çıkıyordum. Azlığından yakındığın yağlardan 2-3 tane aldım, biraz zeytin, biraz peynir, kokulu şampuan ve sabunlardan falan. O çok kullandığın ve çatlaklarını durdurduğunu söylediğin dudak kremini de almıştım üstelik bu sefer. Bir müjdem daha var sana, sana durlanmış kelimeler getirdiğim kitapları falan da masamın üzerinden toparladım. Hepsini kendi köşesine hiç okunmamış gibi titizlikle sıraladım. Üstündeki tozları gelişigüzel süpürdüm.
Bu meşgalelerle uğraşırken bir şeyleri de unuttum sanırım. Senin yokluğunda her fayansı adımlamış olan kedim ne olacaktı? Nefret etme noktasına geldiğin hatta "ben mi o mu?" diye sorduğun kedim ne olacaktı? Bu yaratık senin üzerinde korkutucu bir kıskançlık canavarına dönüşmüştü ve sen geldiğinde her şeyin mükemmelliğini bir kenara bırakarak, ortalarda dolaşan bu sevimli yaratığın kuyruğundan tutup atmanın hayallerini kuracaksın yine...
Telefon ahizesinden salınan sesin kadife bir kumaş gibi yumuşacık gelmişti kulaklarıma. Sen konuştukça artık sana özlemim katlanarak artıyor ve beni derhal kendinle buluşturman gerektiğinin altını çiziyorsun ustalıkla. Hal böyle olunca ben seni daha bir aşkla, istekle bekliyor gibi oluyorum. Kediyle arandaki derdi de çözebilsek keşke. Ahizeyi kapatmamla yola düşüşüm bir oluyor. Tekerleklerin eskittiği asfaltın üzerinden emin adımlarla geçiyorum. Mevsimin yeşile çalan renkleri sana dair umutlar yeşertiyor gözlerimde, tüm o dırdırcılığını, pesimistliğini unutuveriyorum, kötü olan ne varsa her adımda uzaklaşıyorum onlardan. Ne oluyor bana? bilmiyorum, bilemiyorum. Sürekli değişen ruh halimin bir oyunu mu yine bana bu. Bir rüyada mıyım yoksa, sen gittin diye evde davul dövdüren ben, sen eve geliyorsun diye zurna öttürüyorum… Ah şu pencere önündeki çiçekler, dolaplardaki tencereler, kapı önündeki paspas, sandalyeler, oturma takımı, yatak odası ve halılar… Farkına varıyorum. Farkına varıyorum, kendime bile itiraf edemediğim şeyi, uyduruk bir kalemle kağıda aktarıyorum…
Sonunda geliyorsun. Bir anda ıssızlaşan ve yaşamın olmadığı bir mağara gibi kalan evi sözcüklerinle, benliğinle doldurmaya geliyorsun. Ama bir dakika, kedi nerede? Her yere bakıyorum, ne ayak izi ne başka bir şey. Giderken de tüm o dağıttıklarını toplamış mı ne? Bilmiyorum. Her yer düzenli, bal dök yala. O güzel kedinin esamesi okunmuyor, acaba ne kadardır yok? Halının altlarına, çekmecelerin içlerine kadar bakıyorum. Yastık yorgan aralarına da göz gezdirmeyi ihmal etmiyorum. Kedi yok, kedicik gitmiş olmalı diye düşünüyorum. Karımın gelişini kutlarken can yoldaşımı ihmal etmişim, aklıma bile gelmemiş. Acaba nerede? Onu bulamıyorum, arasam da bulamıyorum. Eve gelişin ıssızlığımızı silip süpürüyor, gelgelelim kapının ardına girdiğinden beri gözlerini parıl parıl parlarken yakalıyorum. Hadi bendeki özlemi ve sensizlik izini anlarım da, senin yüzünde açan bu güller neyin nesi be güzelim? Sen değil misin bir gün kedimle beni kapıdışarı etmeyi tasarlayan, sen değil misin evin her tarafına dağıttığım kitaplarımdan rahatsız olan? Tuhafıma gidiyor doğrusu. Gözlerinde en büyük eserini yaratmış bir tanrının ışığını görüyorum. Nedenini de soramıyorum ilk adımında bunaltmayayım kadıncağızı diye. Sonra sen bir muştu getirmişsin onu öğreniyorum. “Hamileyim,” diyorsun, gözlerim İstanbul oluyor birden. Uzun uzun baktığımda görüyorum içindeki tanrıyı, ne yüce şeyler olduğunuzu düşünürken ben, boynuma atlamış oluyorsun, beni öpmeye başlıyorsun… Kızacaksın yine, ama kızma. Tüm bu düğünün güzelliğin arasında kedim aklıma düşüveriyor. Neredesin kedi? Çocuğumuzun olduğunu öğrendiğinde sana ihtiyacımızın olmayacağını mı düşündün? Karımın bitmek bilmeyen dırdırlarından mı çekindin? Yoksa karımla aramda sorun oluşturduğun ve bu sorunların çözülmesini istediğin için mi çekiliverdin böyle? Acaba giderken yanında neler götürdün? Alıyorum içeri karımı. Evin canavarca iklimi yatışıyor böylelikle. Sözgelimi tüm o eskimişlikler, buruşukluklar, yaşanmışlıklar tazeleniyor hoyratça. Saçlarının salınışı tüm odaları temizliyor ustalıkla. Kelimelerinin eksikliğiyle boşalmış her bir metrekare yavaş yavaş doluyor sanki heybetinle yine. Yüzündeki hoş ifade, artık eskisi gibi olmayacağının bir göstergesi gibi. Daha önce mimiklerinde hiç görmediğim bir yumuşaklık keşfediyorum şimdi. Nasıl da alayacı alaycı bakıyorsun yüzüme ve konuşuyorsun: “Kedi nerede?”
Günün önemli haber ve videoları WhatsApp kutunuzda! Telefon numaranızı yazın, hemen abone olun...
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
Takımlar | O | P |
---|
İmsak | 06:02 | ||
Güneş | 07:29 | ||
Öğle | 12:39 | ||
İkindi | 15:15 | ||
Akşam | 17:38 | ||
Yatsı | 19:00 |