DOLAR
34,25 +0.14
EURO
37,14 +1.00
ALTIN
2.972,06 +1.60
BIST
8.946 +0.95
BITCOIN
76.126 +2.18
12
08.05.2020, 19:57 910

Korona Günlerinde İnsanın “Kendi” Farkındalığı

İlk olarak Çin’de gündem olan virüs bize çok uzaktı. İran’a geldi, Avrupa’yı esir aldı. Bize de ha bugün gelir ha yarın gelir dedik ve geldi. Sonra yaşadığımız şehre ne zaman gelir acaba diye bekledik. Nihayet şehrimize de geldi. Virüsün bize olan mesafesi azaldıkça kaygılarımız arttı, davranışlarımız ve gündemimiz değişti. Değişen ritüellerimiz de toplumsal olarak yeni bir hayat düzenini bize dayattı. Şimdilerde buna alışmaya çalışıyoruz. Hem fiziksel, hem psikolojik olarak…

Bu virüs, adeta işinde uzman bir kapkaççı gibi; bizim olanı, alışkanlıklarımızı, bizi biz yapan çoğu şeyi çaldı bizden. Tokalaşmamızı, sarılmamızı, dokunmamızı, işimizi ve en önemlisi; 24 saate sığmayan hızlı yaşamımızı.

İnsanın yaşamı anlamlandırması açısından bu sürecin bize yeni yetenekler kazandıracağı ortadadır. Bizi gerçeklerle, özümüzle ve kendimizle yüzleştirmesi gibi. Şehir insanının hızlı hayatı, kişilerle ve nesnelerle olan ilişkisi hep bir meşguliyeti beraberinde getirmektedir. Oysa bu süreç, bizim çok elzem olarak gördüğümüz fakat o kadar da önemli olmayan birçok şeyden soyutladı bizi. İyi de yaptı. İnsan biraz da olsa kendine dönmeyi başardı.

İnsanın kendine dönmesi belki de bazı şeyleri gün yüzüne çıkardı. Gün yüzüne çıkan en önemli şeylerden bir tanesi de ilişkilerimiz oldu. Kendi gözlemlerime göre performans odaklı birlikteliklerin yerini daha doğal ve sade birliktelikler aldı.

Belki bazılarımız da kendimizle kalmaktan, kendimizden kaçtık bu dönemde. Ancak kendimize odaklanmak, iç görü kazanmak çoğu zaman yapıcıdır. Evde kalıp kendine dönen insanların bazıları bir boşluk hissetti ve ne yapacağını bilememe duygusunu yaşadı. Bu belirsizliğin yaşattığı şey tam da varoluş vakumudur. Günümüz insanının sezgilerine yabancılaşması da kendine dönük olmamanın sonucudur. Sezgisini kaybeden bir grup insan da sürekli başkalarının yaptığını yapmakta, onların doğrusunu kabul etmekte. En çok okunan kitapları okumakta, başkalarının güldüğüne gülmek zorunda hissetmekte ya da başkaları gibi düşünmektedir. Diğer bir grup insan da söylenenlere hep boyun eğmekte. Sonuç olarak, kendimizi ve aslında ne istediğimizi unuttuk.

İnsanın kendisiyle kalmasını bir bakıma özgürlük olarak da görüyorum. Bu özgürlük aslında, tek başına ne yapacağını bilememe kaygısıyla da eşdeğer gibi görünüyor. Evde kalmaya direnen insanların aslında kendi özgürlüğüne, kendi planlarını ortaya koymaya, kendi gibi yaşamaya direndiğini de görüyoruz. Çünkü daha önce insanın iş saati başkaları tarafından belirlenmiş ne giyeceğini ya da ne yiyeceğini sosyal medyadan öğrenmiş, dinlenme zamanlarını başkası yapılandırmış, herkesin okuduğunu okumuş, en hit olanı izlemiş… Daha önce bu şekilde kendisiyle kalma tecrübesi göstermemiş. Sürekli meşgul olan şehir insanının hayatı hep başkaları tarafından sistemleştirilmiştir. Bu süreçte belki de kendi yaşamımızı kontrol etmemiz, kendi planımızı kurmamız gerekir. Evde kalmak ve kendimize dönmek bizim için bir fırsat olabilir. Zamanı kendine göre özgürce yapılandır. Yetişmek zorunda olduğun bir iş yok, kaçıracağın bir konser ya da otobüs yok. Kendinlesin ve kendinle birlikte bir yaşam amacı belirle. Yaşam amacı belirlemek çok kolay olmayabilir, bu yüzden kendinden olağanüstü şeyler de bekleme. Geçmişte ertelediklerine bak, şimdi ne yapabilirsin, buna odaklan. Yaşam amacı belirlemezsen, yaşam anlamın boş kalır.

Spor durdu, bazı iş yerleri kapandı, konserler ve toplu etkinlikler iptal edildi, devam eden iş kolları farklı çalışma yöntemlerine geçiş yaptı. “Evde Kal” çağrılarına uyan birçok insan evlerine çekildi. Evde kalmanın, dışarıya çıkmamanın sanki yabancısıymış gibi davranıldı. Aslında dışarıdaki hayat da evdekinden daha iyi değil, dışardayken de bundan şikayet ediyorduk. Tatil planları yapıp evde ayaklarımızı uzatmayı, biraz kafa dinlemeyi istiyorduk. Evde kalmakla can sıkıntısı eş değer görüldü. Sürekli mutluluk peşinde koşan insan, mutlu olmaktan başka duyguları şimdiye kadar yadsımış gibiydi.

Oysa can sıkıntısı kötü müdür, mutluluk haricindeki duygulardan kurtulmak mı gerekir? Bence gerekmez. Sürekli canımız sıkkın olsun demiyorum ama olumsuz duygularımızı da içselleştirmemiz gerekir. Nitekim, büyük buluşlar ve önemli kuramlar hep buhranlı zamanların arkasından gelmiştir. İspanyol gribi, Ortaçağ’ın karanlık Avrupa’sının gelişimi, Rönesans, İkinci Dünya Savaşı, ekonomik krizler bu duruma referans gösterilebilir. Freud’un da dediği gibi; “Uygarlığın bedeli nevrozlardır.”

Batı terapi modellerinin çoğunda insanın hep mutlu olması gerekmektedir diye bir algı vardır. Batı terapilerindeki bireyci yaşam, mutlu olmayı çok önemser. Kaygı, korku, gibi olumsuz duygular istenmeyen duygulardır ve bir şekilde ondan kurtulmanız istenir. Oysa Doğu terapilerinin genelinde insanın sadece mutluluk duygusu ile kalması insan yaratılışına aykırı gibi görünür. Duyguların her biri bize yeni şeyler öğretir. Olumlu ve olumsuz duyguların sahibinin biz olduğunu, onların hepsinin kabul edilmesi gerektiği söylenir.

Batı toplumunun bireyi odağa alan yaklaşımları, aşırı kontrolcülüğü de beraberinde getirmiştir. Literatürde “tanrılaşma kompleksi” diye geçen bu durumu danışanlarımın bazılarında görmekteyim. Aşırı kontrolcü olmak insanlara her şeye müdahale etme zorunluluğu getirmekte ve bu mümkün olmadığından arkasından çaresizlik duyguları yaşanmaktadır. Çaresizlik duygularıyla gelen danışanlarımda “ben yetersizim, başarısızım, artık denemeyi bıraktım, ne hali varsa görsün…” gibi sözler duymak çalışmalarımızın başlangıç noktasını oluşturmakta. Oysa insanın gücü her şeye yetmeyebilir. İnsan acziyetini ve ne kadar sonsuz ihtiyaçları olduğunu fark ettiği an çaresizlik duygusuyla baş etmesi daha kolay hale gelmektedir. Her şeyi kontrol etmeyi, müdahaleci olmayı bırak ve rahatla. Şöyle ki; bir insanda COVİD-19 ağırlığı 0,00000005 gr olarak saptanmış. Dünyada 2 milyon hasta olduğunu varsayarsak, dünyadaki toplam virüs ağırlığı 1 gr yapıyor. Yani dünyayı alt üst eden 1 gramlık virüse bile gücümüz yetmezken rahatlamak için tevekkül ve teslimiyet kesinlikle şarttır. Tevekkülü ve teslimiyeti ise kesinlikle pasiflik olarak algılamamak gerekiyor. Zira direnmek yerine teslim olmanın arkasındaki güzellikleri denemeyen bilemez. Bazen bunu neden yaşıyorum diye sormak yerine; bunu yaşamam gerekiyormuş demeyi öğrenmek lazım.

Şunu da eklemek istiyorum. Birey olarak mutluluğu her zaman başkalarından ya da hayattan beklemememiz gerekir. Hayata anlam katan kişinin kendin olması gerekir. Çünkü aktif olan sensin.

İnsanların ve toplumların alışık olduğu konfor alanları vardır. Bu salgınla birlikte toplum olarak ve bireysel olarak kendi konfor alanlarımızın dışına çıktık. Konfor alanlarının dışında bizi bekleyen şey; gerginlik, belirsizlik, kaygı ve korkudur. Yeni bir şeyler üretmek de tam da konfor alanlarının dışındaki gerginlikten doğmaktadır. İnsan keyifli olduğu ve dayatmanın olmadığı zamanlarda olağanüstü düşünemez. Bazen mucizeler konfor alanlarının dışında gerçekleşir.

Konfor alanının içerisinde ise arzularımızın bize dayattığı şeyler vardır. Modern insanın dipsiz bir kuyuda arzularını araması ve nihayetinde doyumsuz bir hal alması bazı arzularımızı kısıtlamamız gerektiğini bize gösteriyor. Bu süreç bazı insanlara, sürekli arzuların ve hazzın peşinde koşmanın ne kadar gereksiz olduğunu göstermiştir. İsteyip de bırakamadığınız, bağımlı olduğunuz kişi ve nesnelerin sizi yönetmesine izin vermeyin. Tam bu noktada nelerin size yük olarak geldiğini hissedin. Bavulunuzdan bu yükleri boşaltın ve bundan sonraki yaşamınızda nelerle devam etmek istediğinize karar verip bavulunuza onları koyun. Yaşamınızda gerçekten olması gerekenleri düşünün. Kibir, hırs, tutku gibi sana yük olan, fayda sağlamayan duygulardan kurtul. Çok fazla kuralların olmasın; -meli, -malı gibi şartlı cümlelerden vazgeç ve insanlarla arandaki duvarı yık. Küs olduklarınla barış, felaketleştirme yaparak her şeyin en kötüsünü düşünme.

Sürekli haz peşinde koşmak insanı ruhsal olarak en çok yoran şeylerden birisidir. Hazzın sonu yoktur. “bi evleneyim her şey çok güzel olacak, şu arabayı alırsam tamam, okuldan bi mezun olayım her şey süper olacak, şu hafta sonu bi gelsin hele, şu terfiyi alırsam harika olacak…” gibi cümlelerin hayatta sonu yoktur. Yavaşlamak ve anda kalmak için ölümü beklemeyin. Biraz yavaşlayın, hatta durun; bu dünyadan bir kez geçiyorsunuz…

Yorumlar (5)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!
Muzaffer 4 yıl önce
İçinde bulunduğumuz süreci anlatan ve bu sürece farkındalık oluşturması açısından çok kıymetli bir yazı olmuş. Kalemine, Yüreğine sağlık.
MBey 5 yıl önce
20.yy da atom bombası, 21.yy da virüs
Adem kara 5 yıl önce
Her şerde bir hayır vardır. Belkide bizim için hayırlı olanı budur.
Harun Çelik 5 yıl önce
Evet şu hal bazılarına bir musibet bazılarına ise yavaşlayan ve anda kalanlar için büyük bir rahmeti ilahi kırılacak cam şişelerin farkına varıp ebediyete inkılap edecek elmaslarin farkına varma şuuru mektubu
Akg 5 yıl önce
Geleceği değil geçmişi hayal ettiren şu musibetten tez zamanda kurtuluruz inşAllah
Günün Karikatürü Tümü

Günün önemli haber ve videoları WhatsApp kutunuzda! Telefon numaranızı yazın, hemen abone olun...

12
az bulutlu
Puan Durumu
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Takımlar O P
Namaz Vakti 07 Kasım 2024
İmsak 05:52
Güneş 07:18
Öğle 12:37
İkindi 15:22
Akşam 17:47
Yatsı 19:07

Gelişmelerden Haberdar Olun

@