İstikbalimiz olan çocuklarımızın ve gençlerimizin aklına, yüreğine, ruhuna dokunarak doğru adımlar atmalarına, yollarını bulmalarına rehberlik eden öğretmenlerdir. Bugünün çocuklarına ve ülkemizin yarınlarına yapılacak en büyük katkıyı sağlayacak olan öğretmenlerimizin yoğun çabaları ve fedakârlığıdır. Bizim öğretmenlerimiz; her zaman yepyeni bir ruh ve heyecanla çocuklarımızın karşısına çıkmakta, onlara öğrenme isteğini aşılayarak yarınlara hazırlanmaları için çaba sarf etmektedir. Çünkü geleceğimiz öğretmenlerimizin fedakârca çalışmalarına bağlıdır.
Mevzuya girerken öğretmenlerimizin fedakârlığına kasıtlı olarak vurgu yaptım. Çünkü birçok olumsuzluğa rağmen eğitimciler görevini yerine getirmekte ve karşılaştıkları zorluklara göğüs germektedirler. Ancak bu, öğretmenlerin mesleki şartları açısından birtakım isteklerinin olmadığı anlamına gelmiyor.
Bir milyonu aşkın üyesi olan ve geleceğimizi inşa etmek için eğitilmiş bir meslek grubunun sesi ne yazık ki duyulmuyor. Öğretmenlerin yaşadığı sorunlar; Milli Eğitim Şuralarında, basında, sosyal medyada ya da sendikalar tarafından yıllardır dile getiriliyor. Fakat görüyoruz ki değişen hiçbir şey yok. Tabiri caizse öğretmenlere üvey evlat muamelesi yapılıyor. Bu durum ‘’Eğitime gereksiz bir yatırım olarak mı bakılıyor?’’ sorusunu getiriyor aklıma. Eğer öyle ise altını çizerek belirtmeliyim ki ‘’ Toplumların uygarlık düzeyi, öğretmenine verdiği değerle ölçülür.’’
Yapılan araştırmalarda; uzun çalışma saatleri, gelirin düşük olması, toplumdaki saygınlığın azalması, hukuki güvensizlik, sık değişen programlar ve mevzuat, norm kadro sorunları gibi belli başlı sorunlar özellikle göze çarpmaktadır. Bu sorunların acilen masaya yatırılması ve birtakım düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Toplumda ‘’Öğretmenlerin çalışma saatlerinin okulda geçirdikleri süre ile sınırlı olduğu’’ gibi yanlış bir düşünce hâkim. Oysaki öğretmenler mesai saatlerinin dışında kalan zamanın büyük bir bölümünde de yine eğitim öğretim hizmetleri ile ilgili hazırlıklar, veli görüşmeleri, raporlar ve değerlendirmeler gibi birçok işle meşgul olmaktadır. Salgın sürecinde bu yük belki üç belki dört katına çıkmış durumdadır. Bakın abartmıyorum. Salgın sürecinde gece yarısından sonra bile öğrencisinin kitle iletişim araçları vasıtasıyla gönderdiği soruları çözen öğretmenlerimiz var bizim. Özellikle maddi imkânı kısıtlı, özel ders alma imkânı olmayan, ailesi tarafından yeteri kadar desteklenmeyen, kırsal kesimde yaşayan öğrencilerin eğitimi için mesai gözetmeden öğrencisine yetmeye çalışan hatta on dakikalık teneffüste dahi öğrencisinin eksiğini giderme telaşında olan öğretmenlerimiz var bizim. Uzaktan eğitim sürecinde gerekli donanıma sahip olmayan öğrencisinin derdiyle dertlenen, ihtiyacını gidermek için kapı kapı dolaşan olmazsa kendi cebinden karşılayan öğretmenlerimiz var bizim. Bakın bu liste uzar da uzar. Bunca fedakârlığa rağmen öğretmenin iki ay tatili dile dolanıyor. Öğretmenler dün fedakârdılar, bugün fedakârlar ve yarında fedakâr olacaklar. Lakin ‘’Marifet iltifata tabidir.’’ Yapılan bu fedakârlıklar görülmeli, bilinmeli ve hiç değilse saygı duyulması gerekmektedir.
Öğretmenlerin şikâyetlerine kulak verdiğinizde frekansı en yüksek problemlerden birinin de ‘’düşük gelir’’ olduğunu görürüz. Hasbelkader toplama çıkarma bilen biri basit bir hesaplama sonucunda öğretmenlerin haksız olmadığını anlayacaktır. Devlet memurları içerisinde en düşük maaş eğitimcilere layık görülmektedir. Öğretmen maaşlarına yapılan zamlar enflasyonun çok altında kalmakta ve bunun neticesinde öğretmenlerin alım gücü her geçen gün azalmaktadır. 2020-2021 arasında ortalama her kalem üründe %25 ila %30 arası zam yapılmışken öğretmenlere %7,36 yapılması tam manasıyla zulümdür. İşin kötü tarafı yapılan bu göstermelik zamda birkaç ay sonra vergi dilimi saçmalığı ile buhar olacaktır. Toplumun entelektüel kesimini oluşturması beklenen öğretmenler ay sonunu nasıl getirecek onu düşünüyor. Hâlbuki hemen her öğretmenin bir hobisi olmalıdır. Gezebilmeli, keşfedebilmelidir. Kişisel eğitimi için farklı kurslara katılacak bütçeye sahip olmalıdır. Ne yazık ki günümüz koşullarında bu hiç de mümkün değil.
Sosyal medyada öğretmen maaşlarına sitem edenlere karşı bazıları da şükürden dem vuruyor. Öğretmenler şükretmeyi bilmiyor değil. Şükretmek işin farklı bir boyutudur ve karıştırılmamalıdır. Öğretmenlerin hak ettiği ücreti talep ediyor olması şükretmedikleri anlamına gelmez.
Bana kalırsa; çocuklarımızı ve gençlerimizi emanet ettiğimiz, geleceğimizi şekillendirecek olan öğretmenler geçim sıkıntısıyla dertlenmeyi hak etmiyor. Öğretmen maaşları ekonomik koşullar da göz önünde bulundurularak muhakkak iyileştirilmelidir.
Eskiden öğretmenlerin toplumda bir saygınlığı vardı değil mi? Ya şimdi… Maalesef öğretmenlerin toplum nezdinde pek saygınlığı da kalmadı. Öğretmenini görünce ceket ilikleyen öğrenciler şimdilerde alay ediyor, aşağılıyor hatta ne acıdır ki fiziksel şiddet dahi uyguluyor. Eskiden ‘’Eti senin kemiği benim’’ diyen veliler, ne hakla benim çocuğumu disipline verirsin’’ diyor. Okul basıyor. Kahvede taş dizen amcaların ‘’ Öğretmenlik kebap meslek yahu’’ dediğine illaki şahitlik etmişsinizdir. Bütün bunların sorumlusu kim peki? Bu sorunun cevabını verebilmek için meslek gruplarının toplumdaki statüsünü belirleyen faktörlere bakmak lazım. Bunlar genellikle; ekonomik koşullar, yetiştirme ve atama süreçleri, hükümet politikaları, yerel dinamiklerin mesleğe olan yaklaşımı ve hukuki hakları kapsıyor.
Eğitimcilerin ekonomik açıdan hak ettiği karşılığı almadığına uzunca değinmiştim. Diğer başlıklara da kısaca değinmeden geçmek istemiyorum. Yetiştirme sürecinde üniversitelerin gerçek manada kaliteli bir eğitim verdiğini düşünmüyorum. Nitekim birleştirilmiş sınıfta derse girmemiş, taşımalı öğrencisi olmamış, yurtta kalan öğrencisiyle yemekhanede oturup tabildota kaşık çalmamış öğretim görevlilerinin verdiği ‘’sınıf yönetimi’’ dersi ister istemez pek de işe yaramıyor. Eminim ki birçok öğretmen arkadaşım mesleğin esas gereklerini görevini icra ederken öğrenmiştir. Yetiştirme noktasındaki yetersizliğin yanında öğretmen yetiştirme programlarının fazlalığı ve atanma sürecinin sancılı olması da öğretmenlik mesleğine biçilen değeri ne yazık ki olumsuz etkiliyor. Hükümet yetkilileri ya da yerel dinamikler de genelde eğitimciye sahip çıkacak tutum ve davranış sergilemiyor. Aksine ‘’Velimi üzeni bende üzerim.’’ gibi açıklamalar bile duyduk zamanında. Öğretmenler hukuki açıdan yeteri kadar korunmadığı için bazen eğitimi bir tarafa bırakıp üst düzey tedbirlerle günü tamamlamanın derdine düşüyor. Çünkü biliyor ki kabahati olsun ya da olmasın fatura kendisine kesilecek.
Eğitim sistemleri dinamiktir. Günümüzde çağdaşlaşma süreci, teknolojik ve bilimsel gelişmeler sürekli bir değişim durumu meydana getirmektedir. Biz de fazlasıyla değişim olurken gelişim gerçekleşmemektedir. Öğretmenler her güne yeni bir haberle uyandığı için ertesi gün ne ile karşı karşıya kalacağını kestirememekte ve bu belirsizlik durumu güvensizlik ortamını da beraberinde getirmektedir. Bu durumu ispatlamak için çok da arama tarama faaliyetlerine girmeye gerek yok. En son Danıştay tarafından yürütmesi durdurulan yönetmelik birçok öğretmeni mağdur etti. Pek de adil olmayan bir uygulama yüzünden binlerce öğretmen mağdur oldu. Kimi tayin istediği yere gidemedi, kimi norm fazlası oldu istemediği yere gitmek zorunda kaldı. Bu yönetmeliği çıkartıp öğretmenlerin önüne koymadan önce hiç mi değerlendirme yapmazsınız? İnsan kaynakları yönetiminde en önemli unsur insan kaynağının kendini güvende hissetmesidir. Fakat öğretmenler ne zaman ne olacağını kestiremiyor, hangi gün ne yönetmelik çıkacak belli değil. Bu da eğitimcilerin performansını maalesef olumsuz etkiliyor.
Her ne kadar eğitim camiasının sorunlarına kulak tıkansa da doğruyu öbür dünyada söyleyecek halimiz yok. Yıllardır defalarca, farklı platformlarda dile getirilen bu ve benzeri sorunlar gerçektir ve çözüm beklemektedir.
Kendine emanet edilen evlatların kalbine dokunarak işlemeyi vazife bilip bu toprakların çocuklarına hizmetkâr olan tüm öğretmenlere selam olsun.