Yıllardır öğretim veriyoruz çocuklara. Bunları bileceksiniz diyoruz, nedenini nasılını sormadan. Sorgulayanı da azarlıyoruz. Robot gibi ezberlemelerini istiyoruz. Bilgi toplumu yetiştiriyoruz. Eğitim hep gariban kaldı öğretimin yanında. Çocuk yalan söylemesin, küfretmesin, sevmeyi bilsin, edepli olsun isteriz ama önce zamir, atardamar, çarpanlara ayırma anlatırız. Fırsat bulursak da dilimizin ucuyla değiniveririz sevgiye saygıya.
Dilimin ucuyla değindiklerimin daha kıymetli olduğunu, bilgi tohumlarından önce sevgi tohumları ekmem gerektiğini ilk görev yerim, ilk öğrencilerim, ilk göz ağrılarımda anladım. Manisa Gördes İmam Hatip Ortaokulu… Derslerine girdiğim çocuklar farklı farklı yerlerden. Kimi ilçe merkezinden,çoğunluğu köylerden… İlk yıllarımın heyecanıyla her ders yeni bilgiler öğretmek istiyorum çocuklara. Heyecanla sınıfa giriyor, konularımı anlatıyor, bol bol ödev veriyorum. Herkesin aynı mükemmellikte yapmasını bekliyorum. Yapamadıklarını gördüğümde, mazeretlerini duyduğumda heyecanım azalıyor; üzülüyorum. Çocukların ailelerini tanımak, çalışma ortamlarını görmek, kitap okumalarını geliştirmek için ev ziyaretlerine gidiyor; ailelerle beraber oturup yarım saat kitap okuyoruz. İlçe merkezinde her şey güzel gidiyor. Ta ki köydeki öğrencilerimizi ziyarete gidene kadar… Evi, damın üzerinde olan, odası olmayan, olsa da tek gözlü odada yaşayan, ziyarete gittiğimizde hayvan gütmekten gelen öğrencileri görünce anladım: Benim bildiğim Türkçeymiş, öğretmenlik değil! Öğretmenlik; o öğrencilerin halini, derdini, sıkıntısını bilmek, ona göre davranmakmış.
Her gittiğim evde yeni şeyler öğreniyordum. Sıradaki durağımız en çok öğrencimizin olduğu Karayağcı köyüydü. Aile sıcaklıkla karşılıyor bizi. Anadolu insanının bolluğuyla ne varsa ellerinde getiriyorlar önümüze. Yapmayın etmeyin desek de, “Hocam, evimize ilk kez bir öğretmen geliyor, izin verin hizmet edelim.” deyince kendime gelemedim. Kendime gelesiye kadar köye geldiğimizi duyan diğer öğrencilerimiz toplandılar; şirin köyün, sıvasız evin, küçük odasına. Gözlerindeki parıltıyı görmeliydiniz. Köy evinde öğretmen görmenin heyecanını görmeniz lazım. Hepsinin başını okşadıktan sonra başlıyoruz muhabbete:
- Söyleyin bakalım, beni en az hanginiz seviyor?
Bir sessizlik, bir gülüşme… En haylazları:
- Öğretmen sevilmez mi hocam,deyince tekrar gülüştük. Sonra biri parmak kaldırdı, sınıfta sanarak kendini:
- Öğretmenim, öğretmenim!
- Söyle bakalım, kimmiş beni en az seveniniz?
- Öğretmenim, en az seveni değil de en çok seveni biliyorum ben.
- Kimmiş söyle bakalım?
- Mehmet, 7. sınıftaki Mehmet abi.
- Nereden anladın ki sen bunu?
- Hocam geçen gün okuldan servisle köye giderken Mehmet abi “Burak Hoca başımı okşadı. Keşke benim babam olsa, sarılıp uyusak.” dedi.
O küçücük odada kendime gelmem uzun sürdü. İşte o gün anladım: Bilgi tohumundan önce sevgi tohumu ekmem gerektiğini.
İşte o gün anladım: Öğretmenliğin bir iş değil, apayrı bir derya olduğunu.
Kiminin gözünde bir parıltı, kiminin başını okşayan bir abi, kiminin örnek aldığı bir insan… Kiminin de eksikliğini hissettiği bir baba şefkati…