Ülkeler arası ilişkilerin olmazsa olmazıdır diploması. Barut Kokusu olmadan düşman ile savaşabileceğiniz ve hiçbir zayiat vermeden düşmanı yenebileceğiniz en güzel silahtır.
Diplomasi denilen silahın olmazsa olmazı ülkenin ve toplumun menfaatini esas alarak mevcut politikayı yeri geldiğinde değiştirmektir. Ya da amaç için metodu veya aktörleri değiştirmektir. Türkiye'deki kafa karışıklığının en önemli nedenlerinden bir tanesi diplomasinin yanlış okunmasıdır. Amaca ulaşmak için mevcut metodun değiştirilmesi ile amacın değiştirildiğinin zannedilmesidir.
Diplomasi, satranç gibi olsa da satrançtan önemli bir farkı vardır; Diplomaside şahlar piyon, piyonlar geri geldiği zaman şah olabilmektedir. Bu yüzden oyun kurduğunuz ülkelerin, gün geldiğinde sizin tarafınızdan sizinle birlikte hareket ederek daha büyük bir tehdit için piyon olarak kullanılması gerekebilir. Tarih bunun yüzlerce örneği ile doludur.
Diplomasiyi en iyi uygulayan devletlerden bir tanesi Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı Devleti, Osman Gazi döneminden itibaren başarılı bir diplomasi yürütmüştür. Salt savaş ve teşkilat gücü değil bugün birçoğumuzun bile kabul edemeyeceği diplomatik ilişkiler geliştirerek hakimiyet alanını genişletmiştir. Daha beylik döneminde iken Bizans soylularından olan Harmankaya Tekfuru “Mikhael Kosses” ile savaşan Osmanlı Devleti, bu mücadele sonucunda tekfuru esir etmiş; fakat sonrasında serbest bırakmıştır. Hem savaşmış hem de serbest bırakmıştır. Tuhaf değil mi(!) Tarih kitaplarında Köse Mihal adıyla bilinen Harmankaya Tekfuru ise bir süre sonra Müslüman olup Osmanlı hizmetine girmiştir ( Abdullah Mihal Gazi).
Yine Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra Katolik Kilisesi ile birleşmeye karşı olan ve “İstanbul'da Latin külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim.” düşüncesinde olan Ortodoks din adamlarına Kötü davranmamış, patrikhaneyi yasal bir kurum olarak tanıyarak II. Gennodius’u Patrik yapmıştır. Buna göre Fatih Sultan Mehmet Patrikhane kuruyor (!) Zinhar sıkıntılı bir durum değil mi(?)
Kanuni Sultan Süleyman, dönemin en büyük düşmanı olarak gördüğü Hristiyan Habsburg hanedanına karşı Fransa kralı Fransuva'ya destek vermiş yine Habsburglar’In zayıflaması için Martin Luther öncülüğünde başlayan Protestanlık hareketine destek vermiştir. Tuhaf değil mi(?) Kanuni, Hristiyan bir mezhebe destek veriyor. Hatta Fransa’ya yani Hristiyan bir devlete destek olmak için Müslüman askerlerin ölümüne sebep veriyor (!) Ya da Şöyle de diyebilir miydik: Ne işimiz vardı Almanya’da?
II Abdülhamid 93 harbinden sonra Ayastefanos Antlaşması'nın iptali için İngiltere ile yakınlaşmış, yine Avrupa'da güç dengesini değiştiren Almanya ile ticari ve askeri yakın ilişki kurmuştur. Bu da tuhaf değil mi (?) Ulu hakan, gâvur devletlerle diplomatik ilişki kuruyor. Ülkenin parasını onlara veriyor (!)
Mustafa Kemal Atatürk, İzmir'in işgal düşüncesini ortaya atan, Anadolu’da birçok askerin şehit olmasına neden olan kadınların çocukların öldürüldüğü Kurtuluş Savaşı döneminde başbakan olan Venizelos ile savaş sonrası dönemde diplomatik ilişkiler geliştirmiş, Venizelos tarafından Nobel Barış ödülüne de aday gösterilmiştir. Ayrıca 1930 yılında Cumhuriyet kutlamalarına davet edilmiştir. Bak şimdi hem davet edilmiş hem de Atatürk’ü aday göstermiş. Yani olacak şey mi (!) Atatürk’e saldırmak için buradan bir fırsat çıkar mı (?) İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında yakın ilişki kurduğumuz Rusya’ya karşı, II. Dünya Savaşı’nda Rusya'nın yanında yer almamamız hatta Stalin’in açık açık bizi tehdit etmesi üzerine Amerika ile yakınlaşmış Truman ve Marshall yardımlarını onaylamıştır. Ya O yardımlar Adnan Menderes döneminde değil miydi? diyenler olacağı gibi Bak gördün mü Amerikan emperyalizmini İsmet İnönü başlatmış diyenlerde olacaktır. Bu da tuhaf değil mi(?)
Görüldüğü gibi farklı dönemlerde devlet adamları ülkenin ve toplumun menfaatine uygun olarak gördükleri amaç için farklı diplomatik ilişkiler geliştirmişlerdir. Bu devlet adamı olmanın bir sonucudur. Herhangi bir tarihte diplomatik ilişkileri kurduğunuz devletlerle yakınlık/ uzaklık ilişkileriniz değişiyorsa ve bu ülkenin menfaati gereği ise bunda şaşırılacak bir şey yoktur.
Ülkemizde ise toplumu oluşturan bireylerin geneli, kendisini yakın hissettiği veya kendisinden kabul ettiği siyasi parti veya siyasi düşünce çevresindeki kişiler bu ilişkilere başvurduğunda bunun Ülke menfaati için olduğunu kabul ediyor ve bunu isimlendirmemiş de olsalar “makbul diplomasi” olarak görüyorlar. Fakat karşı mahalle diye kabul ettiğimiz, ya da kendisinden olmadığını varsaydığı siyasi parti ve siyasi düşünce çevresindeki kişilerin bu tarz ilişkileri girmesi durumunda ise bunu “Maktül diplomasi”ı olarak kabul edip eleştiriye başlıyorlar.
Kimine göre patrikhane iyi yasal hale getirmek dinden çıkmak olarak görülebiliyor iken kimine göre bu durum Osmanlı Devleti'nin güçlenmesi açısından bir fırsat olarak görülmektedir. Kimine göre Atatürk'ün, Venizelos ile yakınlaşması olumsuz olarak kabul edilirken kimine göre o dönemin şartlarına uygun olarak “diplomatik deha” olarak kabul edilmektedir. Velhasıl diplomatik davranışlar bile 80’li yılların jargonuyla sağcılığa ve solculuğa göre değerlendirilir hale geldi.
Bu minvalde son dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Mısır ile yakınlaşması Rabia'nın sonu olarak değerlendirilmiştir. Fakat Recep Tayyip Erdoğan bir devlet adamı olarak nasıl ki Kanuni, Habsburglar’a karşı Fransa'ya destek verdi ise nasıl ki Osmanlı Devleti, doğuda İran ile mücadele ederken batıdaki devletlerle barış tesis etti ise, O da bu satranç tahtasında gerekli hamleleri yapmaktadır. Velhasıl Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ile Türkiye'de yer bulan Rabia, bir slogan değil, bir diplomasidir. Anlayana...
Makbul Diplomasi, Maktul Diplomasi
Paylaş