Kültür, tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemidir. İnsanların bireysel ve toplu yaşamlarını anlamada, düzenlemede ve yapılandırmada kullandıkları inançlar ve adetler sistemidir.
‘’SAVAŞ KÜLTÜRÜ’’ denildiğinde iyi ya da kötü bir şeyler canlandırırız kafamızda. Türklerin savaşçı kimlikleri, farklı milletlerin savaş stratejileri, tarih sahnesindeki savaşlar ve daha birçok bilgi, film şeridi gibi zihnimizden akar gider. Peki ya ‘’KÜLTÜR SAVAŞI’’ dersem. Evet, daha düne kadar kültür savaşı kavramını ortaya atsaydım ve dünyaya hükmetmenin en etkili yolu budur deseydim. Hadi canım bırak komplo teorilerini derdiniz. Ama bugün geldiğimiz noktada, kültür savaşının en köklü medeniyetler üzerinde bile ne kadar derin etkilere sahip olduğuna hepimiz şahitlik ediyoruz.
Özellikle tüm dünyaya hakim olma çabası içinde olan, ayak bastıkları toprakların yer altı ve yer üstü kaynaklarını iliklerine kadar sömürmek isteyen devletlerin, devlet kostümü giymiş ailelerin ve psikopat inançlara sahip birtakım grupların dünyadaki tüm milletleri hedef alacak şekilde oynadığı oyunlar ayan beyan ortadır. Bahsetmiş olduğum güruhun binlerce yıldır hedefinde olan en büyük rakibi ise şüphesiz Türk-İslam kültürüdür. Dolayısıyla en başından beri, bu hain namlunun ucunda olduk. Savaş meydanlarında, masa başında ya da kilometrelerce uzaktan atılacak bombalarla ulaşamayacakları tahribat seviyesine kültür savaşının masum yüzlü silahları ile ulaştılar. Bu masum yüzlü silahların en özel kılıfı da sanat oldu. Topluma dayatmak istedikleri giyim tarzını, ikili ilişkilerin şeklini, aile yapısını hatta popüler saç modellerine kadar nasıl bir profil çizdiler ise ona yönlendirdiler. Kendilerince ideal olan dünya düzenin betimlemesini hep sanat üzerinden yaptılar ve bize dayattılar. Sinema, müzik, tiyatro, sözlü ve sözsüz diğer tüm sanat dallarını hedefe şaşmadan varacak olan güdümlü füze gibi kullandılar. Basın yayın organları ve sosyal medya aracılığı ile de evlerimize kadar üşenmeden servis ettiler.
1916 yılında Müdafaa-i Milliye bünyesinde Sedat SEMAVİ tarafından, Mehmet RAUF’un 1909 yılında yayımlanmış 4 perdelik tiyatrosu filme uyarlanır. Filmin adı ‘’ Pençe’’ dir. İlk konulu film olma özelliğine sahip bu yapıt fazlasıyla cinsellik içermektedir. Leman ve Feride karakterlerinin özelliklerine hiç girmeden ilk sinema filmimizin müstehcen sahnelerle dolu bir yapıt olduğunu söyleyebilirim. Tabi sadece bu filmle sınırlı kalmıyor. Yenileri çekilmeye, halka servis edilmeye devam ediyor o yıllarda. Hatta ilk zamanlar bu filmlerin çekimlerinde Türk ve Müslüman hanımefendiler arasından oyuncu bulamıyorlar. Bundan dolayı da genelde bu filmlerde yabancı oyuncular rol alıyor. Bugün öyle mi peki? Ne yazık ki artık öyle bir sorunları yok.
Tabi o dönem bu kadar paldır küldür dalınca milletin içine işi biraz yumuşatmak zorunda kalıyorlar. Daha kabul edilebilir hala getirip, tepki gösterecek kitlenin çapını daraltarak kontrol altına alıyorlar.
İsimler toplumların aynası gibidir. Toplumların değerlerini, yaşam tarzlarını, tarihini ve daha birçok özelliğini yansıtır. Kültür savaşının mimarları, sinema üzerinden sadece aile yapımızı bozmakla da kalmadı bütün değerlerimize de bu yolla saldırdı. Recep-Şaban-Ramazan gibi mübarek aylarımızın isimlerini aşağılamak, toplumdan soyutlamak için avanak tiplemelere etiket yaptı. ‘’Ziya’’ TDK’ ye göre aydınlık demek. Ama bize yalancı üç kağıtçı fırıldak birini çağrıştırıyor. ’’Gafur’’ bağışlayan merhamet eden manasına geldiği halde, bize kaba saba berduş bir karakteri anımsatıyor. Bu liste uzayıp gider ve hiç birisi tesadüf değil dostlar. O günden bugüne ortaya konan sinema filmlerinde, tiyatro sahnelerinde, şarkılarda ve şiirlerde benzer dayatmaları gördük. Allah’a isyan eden şarkılara yapılan güzellemeler, bel altı sözlerle bezenmiş tuhaf besteler… bu liste gerçekten uzayıp gider. Sanıyorum etraflıca bir araştırma neticesinde sadece bu listenin yer aldığı bir kitap bile yazılabilir.
Kültürel saldırının hedefleri arasında çocuklarımız da var. Bir Cuma namazı sırasında ön saflarda örümcek adam kostümü giymiş bir çocuk namazını kılmak üzere bağdaş kurmuş, oturduğu yerde ezanın okunmasını bekliyordu. İlk etapta ‘’Çocuk örümcek adamı imana getirmiş, namaz kıldıracak’’ diye içimden tebessüm ettim. Sonrasında ise kıtaları etkilemiş görkemli bir medeniyetin en küçük ferdi olan çocuklarımız neden ithal kahramanlara karşı bu kadar ilgili oluyor da kendilerine ait kanlı canlı gerçek kahramanlardan bir haber büyüyorlar diye düşünmeden edemedim. 3 erkek çocuk bir araya geldiğinde Süpermen, Batman, Örümcek Adam olmak için yarışıyor da Metehan, Fatih olmak için Ulu Batlı Hasan, Seyit Onbaşı olabilmek için neden yarışmıyor? Tek sebebi bizim kahramanlarımızın göz alıcı bir kostümü olmaması mı? Değil tabi ki.
Anlatmıyoruz, anlatamıyoruz ve çocuklarımızı kültürümüzün değerleri ile harmanlayamıyoruz. Uzaklaştıkça uzaklaşıyorlar ve biz yetişkinler göz göre göre buna müsaade ediyoruz. Hayır efendim, anlatmamız gerekiyor. Bu öylece geçiştirilecek bir konu değil. Geleceğimizi sağlam temeller üzerine inşa edeceksek sahip olduğumuz kültürel değerlerin hiç birisine sırtımızı dönemeyiz. Bilakis dünden daha fazla önemsemeli dünden daha fazla sahip çıkmalıyız.
Şu an zihinleri fazlasıyla meşgul eden Covid-19 ile mücadelede bile biz dünyaya medeniyet dersi veren bir milletiz. İçerde ve dışarıda meydana gelen diğer tüm gelişmeleri de göz önünde bulundurduğumda bu savaşın kaybedeni olmayacağımızı düşünüyor ve ümit ediyorum.