Etkin kimlik meselesi her gündeme geldiğinde, konuya ilişkin söyleyecek sözü olmayanların sığındığı birkaç kelamdan birtanesi de “Bizim tarihimiz bin yıllıktır. Biz kardeşiz” dir. Tabi dahası da var. Hemen ardından sıralamaya başlarız. “Biz yıllardır kız alıp vermişiz. Aynı dine inanıyoruz” tarzında cümleler birbirini kovalamaya başlar. Gerçek olan ise elbette bu değildir.
Zira kardeş olmak; aynı acıyı paylaşmak, aynı sevinçte heyecanlanmakla başlar. Sonra arkasından vefalı olmak gelir. Tabi birde sahip çıkmak gerekir. Yanlışıyla ve doğrusuyla kabullenmek ve kardeşini eloğluna dövdürmemek vardır. Ben bu hususta birçok kişinin ay gibi olduğunu ve kimseye göstermediği göstermek istemediği karanlık bir yüzünün olduğunu düşünüyorum. O zaman iddiamızı ispatlayalım.
Hangi örnekten başlayalım?
Acılarında yanında olmak!
Bugün ülkemizin doğu bölgesinde vatanının, bayrağının ve inancının yanında yer aldığı için şehit edilen birçok kardeşimiz var. Bunlardan sadece bir tanesi Ahmet Budaktır. Refah Partisi ve Fazilet Partisi dönemlerinde Hakkâri de görevler yapan sonrasında Ak Parti Milletvekili Adayı olan Şehit Ahmet Budak PKK’lı teröristler tarafından bir bayram günü oğlunun gözü önünde öldürüldü. Üzerinden yıllar geçti. Özellikle, inanmış bölge haklı üzerinden ciddi bir etkisi olduğu bilinen Ahmet Budak’ın veya diğer şehitler için bölge dışında bir etkinlik yapıldığını gördünüz mü? Her türlü zorluğa rağmen devletinin yanında olan bu yiğitleri tanıyor muyuz? Kesin olan şu ki, bölgenin insanı bizim o şehitleri bilmediğimizi yani acılarına ortak olmadığımızı biliyor.
Batıl inancı için kendisini feda eden çocuk katili teröristlerin isimlerinin yandaşları ve sempatizanı tarafından nesillere ezberletildiği, ceset oldukları tarihlerde ülkenin birçok bölgesinde anıldığı bilindiğine göre siz söyleyin biz ne kadar kardeşiz?
Sevinçlerinde yanında olmak!
Bugün ülkemizin en geri kalmış bölgesinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi olduğu hepimizin malumudur. Durumun böyle olduğunu kabul ediyorsak bahse konu bölgelerin özel çalışma bölgeleri olduğunu da kabul ederiz. Durum böyle iken, neden sürgün bölgesi olarak doğu ve güneydoğu bölgesi dile getirilir? Yapılan okullar, hastaneler de en kaliteli ve idealist çalışanların görevlendirilmesi gerekmez mi? Bununla birlikte, bölge insanının yatırımlar ile ilgili beyanını dile getirmek istiyorum. Zira, kendilerinin ifadesi aynen şu şekildedir. “Devlet buraya birçok yatırım yaptı. Ama gençlerimizi eğitmedi. Gençlerimiz cahil kaldılar. Teröristler biz sizin için savaşmasaydık bu yatırımlar yapılmayacaktı dediğinde birçok genç onlara inandı ve sempatizanı oldu” Bu durumdan ne anlıyoruz? Yatırımdan önce eğitim, eğitimden önce ise eğitimci niteliği her şeyden önemlidir.
Vefalı olmak!
Her sene sanal âlemde ucundan kıyısından andığımız bir mesele var. Başbağlar Katliamı. Bugün hepimiz Başbağlar Katliamının, Madımakta yaşanan trajedinin bir rövanşı olduğunu biliyoruz. Ben ikisinin de bizim acımız olduğunu düşünüyorum. Ancak, Madımak olaylarının seneyi devriyesinde ülkemizde yer yerinden oynarken Başbağlar neden sessizliğe bürünür? Bırakın ülkemizin dört bir köşesinde bu katliamın gündeme gelmesini, katliamın yaşandığı köyden bile yeteri kadar ses gelmez. Orada şehit edilen mazlumların neye karşılık öldürüldüğünü, neyi temsil ettiklerini bildiğimize göre bu sessizlik nedendir? Burada bir vefa bulmak mümkün mü?
Bu başlığı bir örnek daha vererek kuvvetlendirelim.
Bizim mahalle linç kültürünü sever. Olur ya, bir kardeşleri yanlışa düşerse hele de makam veya güç sahibi değilse onun elinden tutulduğu görülmemiştir. Bu konuda detaylara girip linç yemek istemiyorum zira tam olarak o linç kültürünü kaleme alıyorum. Ancak, bizim mahallenin haber kanallarına baktığınızda karşı mahallenin mensuplarının birbirine sahip çıktıklarını, terör eylemi yapsa dahi korunduğunu veren haberler görebiliyoruz. Biz de ise kural tam olarak şöyledir. Kurtlukta düşeni yemek kanundur. Ancak inancımızda bu durum böyle değildir.
Doğru oturup doğru konuşalım.
Bu ülkenin geleceğine dair zihnimizde yeşertmiş olduğumuz barış dolu planlarımız varsa, insanları kullanmaktan vazgeçip; onların acılarını, sevinçlerini, heyecanlarını kullanmaktan vazgeçip gönüllerimizi tam anlamıyla onlara açmamız gerekir. Bugün hakka hizmeti ve kardeşliği temsil ettiğini iddia eden kurumlarımızın birçoğunun üst yönetimi veya klik taşları bir kesimden, bir gruptan veya bir memleketten insanlarla doludur. Bu durum değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez bir hal almıştır.
Aynı öğretilerde ve idealde buluştuğumuz insanlar bir grubun veya zümrenin kullanışlı malı asla değildir. İnsanların paralarını kullanabilirsiniz veya vakitlerini alabilirsiniz bunların hepsi telafi edilebilir. Ancak, inançlarını, ideallerini veya yüreklerini kullanışlı eşya formatında ele alırsanız bunun telafisi yoktur.
Bizler inancımız gereği kardeşleriz.
Ve kardeşlik hukukunu koruyup kollamamız inancımız gereğidir.
Hiçbir şey yapamıyorsak karşı mahalleyi taklit etmemiz yeterli olacaktır.
Muhabbetle